Çocuğu ortaöğretimde okuyan bir öğrencinin velisi, ortaöğretimde başörtüsünü serbest bırakan, "Milli Eğitim Bakanlığı’na Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmeliğin" birinci maddesinin iptali istemiyle Danıştay'da dava açtı.
Dava dilekçesinde, yönetmeliğin birinci maddesinin, Türk milli eğitiminin gereklerine ve laik eğitim sistemine aykırı olduğu iddia edildi.
Davayı esastan görüşen Danıştay 8. Dairesi, düzenlemenin iptal istemini oy birliğiyle reddetti.
Davacı aile, Danıştay 8. Dairesi'nin bu kararını temyiz edebilecek. Temyiz istemini, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu görüşecek.
Danıştay 8. Dairesi'nin iptal kararının gerekçesinde, Anayasa'nın başlangıç kısmı ile "Cumhuriyetin nitelikleri" başlıklı 2, "devletin temel amaç ve görevleri" başlıklı 5, "temel hak ve hürriyetlerin niteliği" başlıklı 12, "temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması" başlıklı 13, "temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması" başlıklı 14, "din ve vicdan hürriyeti" başlıklı 24 ve "eğitim ve öğrenim hakkı" başlıklı 42. maddelerine yer verildi.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "düşünce ve vicdan özgürlüğü" başlıklı 9. maddesine de atıfta bulunulan gerekçede, ayrıca sözleşmenin "eğitim hakkı" başlıklı maddesinde, hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağının hüküm altına alındığı vurgulandı.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 18. maddesinde, "Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir" ifadelerinin yer aldığı aktarıldı.
Gerekçede, Milli Eğitim Temel Kanunu'nun genel amaçlarına da yer verilerek, dava konusu uyuşmazlığın çözümünü, "Cumhuriyetin temel niteliklerinden biri laiklik ilkesi", "temel hak ve hürriyetler ve bunların sınırlandırılması", "takdir hakkı" ve "kamu yararı" kavramı olarak dört bağlamda ele almak gerekeceği belirtildi.
Dava konusu yönetmelikle, eğitim ve öğretime ilişkin kamu hizmetinden, ortaokul ve liselerdeki kız öğrencilerden isteyenlerin, dini inançları gereği başörtüsü takarak, isteyenlerin de başı açık yararlanabilecekleri kaydedilen gerekçede, laiklik ilkesi ile temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasında adil dengenin sağlanabilmesi için Anayasa'nın ilgili maddelerinin bir arada değerlendirilmesi gerekeceği belirtildi.
Gerekçede, Anayasa'nın 2. maddesinde geçen laiklik kavramının, yine bu maddenin gerekçesinde, "Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir" şeklinde tanımlandığı aktarıldı.
ANAYASA MAHKEMESİ'NİN "LAİKLİK" GEREKÇELERİ
Gerekçede, Anayasa Mahkemesi'nin, kamuoyunda 4+4+4 yasası olarak bilinen ve 30 Mart 2012 günlü, 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un bazı maddelerinin iptali talebiyle CHP tarafından açılan davanın reddine ilişkin kararına da yer verildi.
Anayasa Mahkemesince laikliğin "bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliği" olarak, laik devletin de "resmi bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dini inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlet" olarak tanımlandığı kaydedildi.
Anayasa Mahkemesi'nin yine aynı kararda, "laiklik, devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Negatif yükümlülük, devletin bir dini ya da inancı resmi olarak benimsemesini ve bireylerin din ve vicdan hürriyetine zorunlu nedenler olmadıkça müdahale etmemesini gerektirmektedir. Pozitif yükümlülük ise devletin din ve vicdan hürriyetinin önündeki engellerin kaldırılması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkanları sağlaması ödevini beraberinde getirmektedir" denildiği aktarıldı.
Gerekçede, bu açıklamalar bir arada değerlendirilerek, laiklik, "devletin niteliğinde hayat bulan, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı muameleye tabi kılınmamasını sağlayan ve en önemlisi din ve vicdan hürriyetini teminat altına alan bir kavram" olarak tanımlandı.
Anayasa Mahkemesinin, başörtülü avukatın yaptığı bireysel başvuruda verdiği hak ihlali kararına da benzer ifadelere yer verildiği aktarıldı.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik olmasının yanında demokratik olduğunun da belirtildiği, dolayısıyla laiklik kavramının din ve vicdan özgürlüğünden, din ve vicdan özgürlüğünün de demokrasiden bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği vurgulanan gerekçede, şunlar kaydedildi:
"Diğer yandan laikliğin iç hukukumuzdaki tanımının belirtilen şekilde olmasıyla laiklik taraftarı olmanın bir kanaat olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) belirtilmiştir. Ayrıca bir kanaat ya da inanç korunurken diğer bir kanaat ya da inancın korunmaması temel hak ve özgürlüklere aykırılık teşkil eder. Burada adil bir dengenin kurulması ise ancak özgürlük, demokrasi ve çoğulculuk anlayışıyla sağlanabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başka bir kararında demokratik toplumun bir uzlaşma rejimi olduğu, bazen kişilerin haklarını kullanırken fedakarlıkta bulunmalarının istenebileceği belirtilmiştir. Demokratik toplum, bir uzlaşma rejimi olduğuna göre, bu fedakarlığın hem dini inançların dışa vurulmasında hem de güçlü bir laiklik kanaatine sahip olanlar tarafından karşılıklı gösterilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Burada devletin görevi ise temel hak ve hürriyetlerin kullanılması konusunda adil bir dengeyi sağlamaktır. Diğer yandan Leyla Şahin-Türkiye ve Kurtulmuş-Türkiye kararında dini inançları açığa vuran davranışların sınırlanması konusunda devletin takdir yetkisine sahip olduğu belli çerçevede AİHM'ce kabul edilmiş bulunmaktadır."
Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde, bireylerin manevi iç dünyasını ilgilendiren boyutuyla dinin, dokunulmaz bir hak olarak herhangi bir sınırlamaya konu olmayacak şekilde düzenleme alanı bulduğu ve korunduğu kaydedilen gerekçede, şöyle devam edildi:
"Örneğin Anayasa'nın 24. maddesine göre herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Yine Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş halinde dahi bu özgürlüğe dokunulamayacağı açıkça belirtilmiştir. Bu özgürlük Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de korunmuş ve 9. maddede herkesin düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu vurgulanmıştır. Din, inanç, düşünce veya vicdan gibi kavramların temel insan ihtiyaçlarından olduğu bilinmektedir. Bu ihtiyaçlar insanın doğası gereğidir. Bunları gidermediği takdirde birey kendisini iyi hissetmeyecek, yaşam seviyesi düşecek, manevi bütünlüğü gelişmeyecektir. Bu yüzden manevi iç dünyaya ilişkin bu konular evrensel ve ulusal bazda çeşitli düzenlemelerle koruma altına alınmıştır. Ayrıca söz konusu bu kavramlar kişinin yaşamında ve davranışlarında önemli bir rolü olduğu takdirde koruma altına alınmaktadır. Bununla birlikte bu davranışlarda süreklilik, insan onuruna saygılı olunması ve toplumsal kabul onun bir inanç veya dini bir gereklilik olarak adlandırılması hususunda önemli bir unsurdur. Dolayısıyla her davranış, bir inanç ya da dini gereklilik olarak değerlendirilemez."
"DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA KORUNMALI"
Her şeyden önce bireylerin mensup olduğu dinin, inançlarının veya kültürlerinin bir gereği olarak başörtüsü taktıkları, bu davranışlarının süreklilik arz ettiği ve başörtüsünün büyük bir toplumsal kabul de gördüğü kaydedilen gerekçede, şu tespitler yapıldı:
"Birey başörtüsünün, mensup olduğu dinin, inançlarının veya kültürlerinin bir gereği olduğunu, bu nedenle takmadığı zaman iç dünyasında eksiklik hissedeceğini, kendi kabülüne göre bunun zorunluluk olduğunu hissediyorsa daha açık bir ifade ile yaşamında ve davranışlarında önemli bir rolü varsa ve bu rol süreklilik arz ediyor, toplumsal kabul de görüyorsa bu husus din ve vicdan özgürlüğü kapsamında korunmalıdır. Ancak bu özgürlüğün dışsal boyutunun mutlak anlamda sınırsız olduğu anlamı çıkarılmamalıdır.
Başörtüsü takmanın, dini bir gereklilik mi, bir ibadet şekli mi veya kültürel bir gereklilikten dolayı mı olduğuna kişi kendisi karar verecektir. Bu karar, din veya inanca ilişkin olmakla beraber kişinin manevi iç dünyasıyla ilgili yönüdür. Bu durumda başörtüsü takmanın dinsel, inançsal ve kültürel uygulama olduğu, dışsal boyutunun bulunduğu ve atıf yapılan sözleşmeler gereği din ve vicdan özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği yönünde bir duraksama bulunmamaktadır."
TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRLANDIRILMASI
Gerekçede, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre, din ve vicdan özgürlüğünün dışsal boyutunun bazı durumlarda sınırlandırılabileceği, içsel boyutunun ise hiç bir şekilde sınırlandırılamayacağı vurgulandı.
Din ve vicdan hürriyetinin, dışsal boyutunun sınırlandırılmasının nasıl yapılacağının Anayasa'nın 13. maddesinde belirlendiği kaydedilen gerekçede, buna göre, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlandırılabileceği ifade edildi.
Sonuçta sınırlamanın, Anayasal ilkeler uygun olarak ancak kanunla yapılabileceği belirtilen gerekçede, ortaokul ve liselerde açıkça başörtüsünü yasaklayan herhangi bir anayasal ya da yasal bir hüküm bulunmadığı, dava konusu düzenlemeyle ise bir sınırlama değil, din ve vicdan hürriyeti kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülük gereği serbestlik getirildiği vurgulandı.
Gerekçede, "Sonuç olarak mevzuatımıza göre ortaokul ve liselerde başörtüsünü yasaklayan yasal bir hüküm yoktur, bu konuda temel hak ve hürriyetlere sınırlama getirilmemiştir. Laiklik ilkesi Anayasa'da belirtilen temel hak ve hürriyetlerden bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu kavramlar temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda hiç bir zaman ayrı yorumlanmayacaktır. Anayasa'da temel hak ve hürriyetlerle laiklik ilkesi arasında adil bir denge kurulmuştur. Dava konusu düzenlemede ise bu dengeyi orantısız hale getirir bir nitelik bulunmamaktadır. Sonuç olarak iç hukukumuzda, laiklik ilkesi ile din özgürlüğü bağlamında bireylerin ortaokul ve liselerde başörtüsü takması, birbiriyle çelişen kavramlar değil, birbirinin dengeleyici unsurlarıdır" denildi.
"BAŞÖRTÜSÜ DİNSEL SEMBOL"
Uluslarası sözleşmelere göre değerlendirildiğinde başörtüsünün dinsel bir sembol olduğu konusunda ihtilaf bulunmadığı belirtilen gerekçede, AİHM'nin dinsel bir sembolün toplumda nasıl algılandığı konusunun ulusal makamların takdirinde olduğunu vurguladığı kaydedildi.
Davalı idarelerin savunmalarında da belirtildiği gibi, Türkiye'de başörtüsünün, tarihi, dini ve kültürel boyutuyla uzun yıllar toplumun büyük bir kısmında kabul görmüş ve gündelik yaşamın bir parçası haline geldiği anlatılan gerekçede, başörtüsü takan bireylerle takmayanların uzun yıllar bir arada hatta aynı aile ortamında bile sorunsuz şekilde yaşamaya devam ettikleri ifade edildi.
AİHM'nin, İtalya'da okullarda haç işaretinin asılı durmasını laiklik ilkesine aykırı görmediği, çocuklar üzerinde bir dini etkisinin bulunmadığına ve sembolün "pasif bir sembol" olduğuna karar verdiği aktarılan gerekçede, "Bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde toplum algımıza göre baş örtüsünün 'pasif bir sembol' olarak görüldüğüne kuşku yoktur. Çünkü dinin, inancın veya kültürlerin gereği olarak başörtüsü toplumsal bir kabul görmüş ve bireyler, öğrenciler üzerinde dini bir etki ve baskı oluşturabilecek yönü kanıtlanamamıştır. Hal böyle olunca bu serbestlikten yararlanmayanların temel hak ve özgürlüklerinin engellendiğinden bahsedilemeyecektir."
"DÜZENLEME ÇOCUK HAKLARINA DAİR SÖZLEŞMESİNE AYKIRI DEĞİL"
Çocuk Hakları Sözleşmesinin 14. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) birinci protokolünün "eğitim hakkı" başlıklı 2. maddesinin aynı doğrultuda olduğu belirtilen gerekçede, buna göre devletlerin, anne ve babanın, çocuklarının düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkının kullanılmasında çocuğa yol gösterme konusundaki hak ve ödevlerine saygı göstermesi gerektiği ifade edildi.
Gerekçede, "Daha açık bir ifadeyle devletler, eğitim alanını düzenlerken ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterecektir" denildi.
Dava konusu düzenlemenin Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'yle aykırılık teşkil etmediği aktarılan gerekçede, Sözleşme'nin 28. maddesinde, devletlerin okullarda düzenli biçimde devamın sağlanması ve okulu terk etme oranlarının düşürülmesi için önlem almaları, eğitim alanında, özellikle cehaletin ve okuma yazma bilmemenin dünyadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve çağdaş eğitim yöntemlerine bilimsel, teknik bilgilere sahip olunmasını kolaylaştırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirmeleri gerektiğine yer verildiği belirtildi.
Gerekçede, şu tespitlerde bulunuldu:
"Toplumumuzda kız çocuklarının yaygın olarak başörtüsü yasağı nedeniyle anne ve babaları tarafından okula gönderilmedikleri bilinmektedir. Dava konusu düzenlemeyle getirilen başörtüsü engelinin kaldırılması ile bu sorunun da önüne geçilebileceğinden, daha açık bir ifadeyle okula gitmeme ve okulu terk etme oranı azalacağından bu yönüyle dava konusu düzenlemenin kamu yararına uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca bu sözleşme de eğitimin, çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi, yine çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü, cinsler arası eşitlik ve ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması amacıyla yapılması gerektiği vurgulanmıştır."
"ETKİNLENME OLUMLU YÖNDE OLUR"
Sözleşmede da değinildiği gibi, isteyenin inanç ve kanaatine göre yaşayabilmesi ve bunu ifade edebilmesinin bireylerin/çocuğun gelişimi açısından önem taşıdığının altı çizilen gerekçede, şunlar kaydedildi:
"Bireyin, çocuğun, toplumda farklı düşünce ve inançların olduğunu görmesinin, saygı, demokrasi ve bir arada yaşayabilme duygusunu geliştireceği, en basit anlamda bir 'etkilenme' olacaksa bu etkilenmenin farklı düşünce ve inançların olduğunu görmekle olumlu yönde olacağı, öte yandan bu özgürlüğün getirilmesinin, devletin farklı inanç ve kanaatlere eşit mesafede olduğunu göstermesi bakımından da önemli bulunduğu, bu bağlamda da ayrımcılık yasağının ihlal edildiğinden bahsedilemeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır. Bununla birlikte çocuğun bilimsel gelişimine daha çok olanak sağlanmasıyla eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması güçlenecek, başörtüsü engellerinin kaldırılması suretiyle eğitimden yararlanma oranı daha da artacaktır. Bu boyutlarıyla da uyuşmazlık değerlendirildiğinde dava konusu düzenlemede kamu yararına aykırılık bulunmamaktadır.
Bu durumda, gerek iç hukukumuza gerekse uluslararası sözleşmelere göre idareye verilen takdir hakkı bağlamında yapılan dava konusu düzenlemede laiklik ilkesi ile temel hak ve hürriyetlerin kullanılması konusunda bir orantısızlık, kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır."
Dava dilekçesinde, yönetmeliğin birinci maddesinin, Türk milli eğitiminin gereklerine ve laik eğitim sistemine aykırı olduğu iddia edildi.
Davayı esastan görüşen Danıştay 8. Dairesi, düzenlemenin iptal istemini oy birliğiyle reddetti.
Davacı aile, Danıştay 8. Dairesi'nin bu kararını temyiz edebilecek. Temyiz istemini, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu görüşecek.
Danıştay 8. Dairesi'nin iptal kararının gerekçesinde, Anayasa'nın başlangıç kısmı ile "Cumhuriyetin nitelikleri" başlıklı 2, "devletin temel amaç ve görevleri" başlıklı 5, "temel hak ve hürriyetlerin niteliği" başlıklı 12, "temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması" başlıklı 13, "temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması" başlıklı 14, "din ve vicdan hürriyeti" başlıklı 24 ve "eğitim ve öğrenim hakkı" başlıklı 42. maddelerine yer verildi.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "düşünce ve vicdan özgürlüğü" başlıklı 9. maddesine de atıfta bulunulan gerekçede, ayrıca sözleşmenin "eğitim hakkı" başlıklı maddesinde, hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağının hüküm altına alındığı vurgulandı.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 18. maddesinde, "Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir" ifadelerinin yer aldığı aktarıldı.
Gerekçede, Milli Eğitim Temel Kanunu'nun genel amaçlarına da yer verilerek, dava konusu uyuşmazlığın çözümünü, "Cumhuriyetin temel niteliklerinden biri laiklik ilkesi", "temel hak ve hürriyetler ve bunların sınırlandırılması", "takdir hakkı" ve "kamu yararı" kavramı olarak dört bağlamda ele almak gerekeceği belirtildi.
Dava konusu yönetmelikle, eğitim ve öğretime ilişkin kamu hizmetinden, ortaokul ve liselerdeki kız öğrencilerden isteyenlerin, dini inançları gereği başörtüsü takarak, isteyenlerin de başı açık yararlanabilecekleri kaydedilen gerekçede, laiklik ilkesi ile temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasında adil dengenin sağlanabilmesi için Anayasa'nın ilgili maddelerinin bir arada değerlendirilmesi gerekeceği belirtildi.
Gerekçede, Anayasa'nın 2. maddesinde geçen laiklik kavramının, yine bu maddenin gerekçesinde, "Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir" şeklinde tanımlandığı aktarıldı.
ANAYASA MAHKEMESİ'NİN "LAİKLİK" GEREKÇELERİ
Gerekçede, Anayasa Mahkemesi'nin, kamuoyunda 4+4+4 yasası olarak bilinen ve 30 Mart 2012 günlü, 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un bazı maddelerinin iptali talebiyle CHP tarafından açılan davanın reddine ilişkin kararına da yer verildi.
Anayasa Mahkemesince laikliğin "bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliği" olarak, laik devletin de "resmi bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dini inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlet" olarak tanımlandığı kaydedildi.
Anayasa Mahkemesi'nin yine aynı kararda, "laiklik, devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Negatif yükümlülük, devletin bir dini ya da inancı resmi olarak benimsemesini ve bireylerin din ve vicdan hürriyetine zorunlu nedenler olmadıkça müdahale etmemesini gerektirmektedir. Pozitif yükümlülük ise devletin din ve vicdan hürriyetinin önündeki engellerin kaldırılması, kişilerin inandıkları gibi yaşayabileceği uygun bir ortamı ve bunun için gerekli imkanları sağlaması ödevini beraberinde getirmektedir" denildiği aktarıldı.
Gerekçede, bu açıklamalar bir arada değerlendirilerek, laiklik, "devletin niteliğinde hayat bulan, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı muameleye tabi kılınmamasını sağlayan ve en önemlisi din ve vicdan hürriyetini teminat altına alan bir kavram" olarak tanımlandı.
Anayasa Mahkemesinin, başörtülü avukatın yaptığı bireysel başvuruda verdiği hak ihlali kararına da benzer ifadelere yer verildiği aktarıldı.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik olmasının yanında demokratik olduğunun da belirtildiği, dolayısıyla laiklik kavramının din ve vicdan özgürlüğünden, din ve vicdan özgürlüğünün de demokrasiden bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği vurgulanan gerekçede, şunlar kaydedildi:
"Diğer yandan laikliğin iç hukukumuzdaki tanımının belirtilen şekilde olmasıyla laiklik taraftarı olmanın bir kanaat olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) belirtilmiştir. Ayrıca bir kanaat ya da inanç korunurken diğer bir kanaat ya da inancın korunmaması temel hak ve özgürlüklere aykırılık teşkil eder. Burada adil bir dengenin kurulması ise ancak özgürlük, demokrasi ve çoğulculuk anlayışıyla sağlanabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başka bir kararında demokratik toplumun bir uzlaşma rejimi olduğu, bazen kişilerin haklarını kullanırken fedakarlıkta bulunmalarının istenebileceği belirtilmiştir. Demokratik toplum, bir uzlaşma rejimi olduğuna göre, bu fedakarlığın hem dini inançların dışa vurulmasında hem de güçlü bir laiklik kanaatine sahip olanlar tarafından karşılıklı gösterilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Burada devletin görevi ise temel hak ve hürriyetlerin kullanılması konusunda adil bir dengeyi sağlamaktır. Diğer yandan Leyla Şahin-Türkiye ve Kurtulmuş-Türkiye kararında dini inançları açığa vuran davranışların sınırlanması konusunda devletin takdir yetkisine sahip olduğu belli çerçevede AİHM'ce kabul edilmiş bulunmaktadır."
Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde, bireylerin manevi iç dünyasını ilgilendiren boyutuyla dinin, dokunulmaz bir hak olarak herhangi bir sınırlamaya konu olmayacak şekilde düzenleme alanı bulduğu ve korunduğu kaydedilen gerekçede, şöyle devam edildi:
"Örneğin Anayasa'nın 24. maddesine göre herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Yine Anayasa'nın 15. maddesine göre savaş halinde dahi bu özgürlüğe dokunulamayacağı açıkça belirtilmiştir. Bu özgürlük Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de korunmuş ve 9. maddede herkesin düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu vurgulanmıştır. Din, inanç, düşünce veya vicdan gibi kavramların temel insan ihtiyaçlarından olduğu bilinmektedir. Bu ihtiyaçlar insanın doğası gereğidir. Bunları gidermediği takdirde birey kendisini iyi hissetmeyecek, yaşam seviyesi düşecek, manevi bütünlüğü gelişmeyecektir. Bu yüzden manevi iç dünyaya ilişkin bu konular evrensel ve ulusal bazda çeşitli düzenlemelerle koruma altına alınmıştır. Ayrıca söz konusu bu kavramlar kişinin yaşamında ve davranışlarında önemli bir rolü olduğu takdirde koruma altına alınmaktadır. Bununla birlikte bu davranışlarda süreklilik, insan onuruna saygılı olunması ve toplumsal kabul onun bir inanç veya dini bir gereklilik olarak adlandırılması hususunda önemli bir unsurdur. Dolayısıyla her davranış, bir inanç ya da dini gereklilik olarak değerlendirilemez."
"DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA KORUNMALI"
Her şeyden önce bireylerin mensup olduğu dinin, inançlarının veya kültürlerinin bir gereği olarak başörtüsü taktıkları, bu davranışlarının süreklilik arz ettiği ve başörtüsünün büyük bir toplumsal kabul de gördüğü kaydedilen gerekçede, şu tespitler yapıldı:
"Birey başörtüsünün, mensup olduğu dinin, inançlarının veya kültürlerinin bir gereği olduğunu, bu nedenle takmadığı zaman iç dünyasında eksiklik hissedeceğini, kendi kabülüne göre bunun zorunluluk olduğunu hissediyorsa daha açık bir ifade ile yaşamında ve davranışlarında önemli bir rolü varsa ve bu rol süreklilik arz ediyor, toplumsal kabul de görüyorsa bu husus din ve vicdan özgürlüğü kapsamında korunmalıdır. Ancak bu özgürlüğün dışsal boyutunun mutlak anlamda sınırsız olduğu anlamı çıkarılmamalıdır.
Başörtüsü takmanın, dini bir gereklilik mi, bir ibadet şekli mi veya kültürel bir gereklilikten dolayı mı olduğuna kişi kendisi karar verecektir. Bu karar, din veya inanca ilişkin olmakla beraber kişinin manevi iç dünyasıyla ilgili yönüdür. Bu durumda başörtüsü takmanın dinsel, inançsal ve kültürel uygulama olduğu, dışsal boyutunun bulunduğu ve atıf yapılan sözleşmeler gereği din ve vicdan özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği yönünde bir duraksama bulunmamaktadır."
TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRLANDIRILMASI
Gerekçede, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre, din ve vicdan özgürlüğünün dışsal boyutunun bazı durumlarda sınırlandırılabileceği, içsel boyutunun ise hiç bir şekilde sınırlandırılamayacağı vurgulandı.
Din ve vicdan hürriyetinin, dışsal boyutunun sınırlandırılmasının nasıl yapılacağının Anayasa'nın 13. maddesinde belirlendiği kaydedilen gerekçede, buna göre, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlandırılabileceği ifade edildi.
Sonuçta sınırlamanın, Anayasal ilkeler uygun olarak ancak kanunla yapılabileceği belirtilen gerekçede, ortaokul ve liselerde açıkça başörtüsünü yasaklayan herhangi bir anayasal ya da yasal bir hüküm bulunmadığı, dava konusu düzenlemeyle ise bir sınırlama değil, din ve vicdan hürriyeti kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülük gereği serbestlik getirildiği vurgulandı.
Gerekçede, "Sonuç olarak mevzuatımıza göre ortaokul ve liselerde başörtüsünü yasaklayan yasal bir hüküm yoktur, bu konuda temel hak ve hürriyetlere sınırlama getirilmemiştir. Laiklik ilkesi Anayasa'da belirtilen temel hak ve hürriyetlerden bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu kavramlar temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda hiç bir zaman ayrı yorumlanmayacaktır. Anayasa'da temel hak ve hürriyetlerle laiklik ilkesi arasında adil bir denge kurulmuştur. Dava konusu düzenlemede ise bu dengeyi orantısız hale getirir bir nitelik bulunmamaktadır. Sonuç olarak iç hukukumuzda, laiklik ilkesi ile din özgürlüğü bağlamında bireylerin ortaokul ve liselerde başörtüsü takması, birbiriyle çelişen kavramlar değil, birbirinin dengeleyici unsurlarıdır" denildi.
"BAŞÖRTÜSÜ DİNSEL SEMBOL"
Uluslarası sözleşmelere göre değerlendirildiğinde başörtüsünün dinsel bir sembol olduğu konusunda ihtilaf bulunmadığı belirtilen gerekçede, AİHM'nin dinsel bir sembolün toplumda nasıl algılandığı konusunun ulusal makamların takdirinde olduğunu vurguladığı kaydedildi.
Davalı idarelerin savunmalarında da belirtildiği gibi, Türkiye'de başörtüsünün, tarihi, dini ve kültürel boyutuyla uzun yıllar toplumun büyük bir kısmında kabul görmüş ve gündelik yaşamın bir parçası haline geldiği anlatılan gerekçede, başörtüsü takan bireylerle takmayanların uzun yıllar bir arada hatta aynı aile ortamında bile sorunsuz şekilde yaşamaya devam ettikleri ifade edildi.
AİHM'nin, İtalya'da okullarda haç işaretinin asılı durmasını laiklik ilkesine aykırı görmediği, çocuklar üzerinde bir dini etkisinin bulunmadığına ve sembolün "pasif bir sembol" olduğuna karar verdiği aktarılan gerekçede, "Bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde toplum algımıza göre baş örtüsünün 'pasif bir sembol' olarak görüldüğüne kuşku yoktur. Çünkü dinin, inancın veya kültürlerin gereği olarak başörtüsü toplumsal bir kabul görmüş ve bireyler, öğrenciler üzerinde dini bir etki ve baskı oluşturabilecek yönü kanıtlanamamıştır. Hal böyle olunca bu serbestlikten yararlanmayanların temel hak ve özgürlüklerinin engellendiğinden bahsedilemeyecektir."
"DÜZENLEME ÇOCUK HAKLARINA DAİR SÖZLEŞMESİNE AYKIRI DEĞİL"
Çocuk Hakları Sözleşmesinin 14. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) birinci protokolünün "eğitim hakkı" başlıklı 2. maddesinin aynı doğrultuda olduğu belirtilen gerekçede, buna göre devletlerin, anne ve babanın, çocuklarının düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkının kullanılmasında çocuğa yol gösterme konusundaki hak ve ödevlerine saygı göstermesi gerektiği ifade edildi.
Gerekçede, "Daha açık bir ifadeyle devletler, eğitim alanını düzenlerken ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterecektir" denildi.
Dava konusu düzenlemenin Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'yle aykırılık teşkil etmediği aktarılan gerekçede, Sözleşme'nin 28. maddesinde, devletlerin okullarda düzenli biçimde devamın sağlanması ve okulu terk etme oranlarının düşürülmesi için önlem almaları, eğitim alanında, özellikle cehaletin ve okuma yazma bilmemenin dünyadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve çağdaş eğitim yöntemlerine bilimsel, teknik bilgilere sahip olunmasını kolaylaştırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirmeleri gerektiğine yer verildiği belirtildi.
Gerekçede, şu tespitlerde bulunuldu:
"Toplumumuzda kız çocuklarının yaygın olarak başörtüsü yasağı nedeniyle anne ve babaları tarafından okula gönderilmedikleri bilinmektedir. Dava konusu düzenlemeyle getirilen başörtüsü engelinin kaldırılması ile bu sorunun da önüne geçilebileceğinden, daha açık bir ifadeyle okula gitmeme ve okulu terk etme oranı azalacağından bu yönüyle dava konusu düzenlemenin kamu yararına uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca bu sözleşme de eğitimin, çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi, yine çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü, cinsler arası eşitlik ve ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması amacıyla yapılması gerektiği vurgulanmıştır."
"ETKİNLENME OLUMLU YÖNDE OLUR"
Sözleşmede da değinildiği gibi, isteyenin inanç ve kanaatine göre yaşayabilmesi ve bunu ifade edebilmesinin bireylerin/çocuğun gelişimi açısından önem taşıdığının altı çizilen gerekçede, şunlar kaydedildi:
"Bireyin, çocuğun, toplumda farklı düşünce ve inançların olduğunu görmesinin, saygı, demokrasi ve bir arada yaşayabilme duygusunu geliştireceği, en basit anlamda bir 'etkilenme' olacaksa bu etkilenmenin farklı düşünce ve inançların olduğunu görmekle olumlu yönde olacağı, öte yandan bu özgürlüğün getirilmesinin, devletin farklı inanç ve kanaatlere eşit mesafede olduğunu göstermesi bakımından da önemli bulunduğu, bu bağlamda da ayrımcılık yasağının ihlal edildiğinden bahsedilemeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır. Bununla birlikte çocuğun bilimsel gelişimine daha çok olanak sağlanmasıyla eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması güçlenecek, başörtüsü engellerinin kaldırılması suretiyle eğitimden yararlanma oranı daha da artacaktır. Bu boyutlarıyla da uyuşmazlık değerlendirildiğinde dava konusu düzenlemede kamu yararına aykırılık bulunmamaktadır.
Bu durumda, gerek iç hukukumuza gerekse uluslararası sözleşmelere göre idareye verilen takdir hakkı bağlamında yapılan dava konusu düzenlemede laiklik ilkesi ile temel hak ve hürriyetlerin kullanılması konusunda bir orantısızlık, kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır."