Fenerbahçe'nin Euroleague şampiyonu olmasında büyük pay sahibi olan Ekpe Udoh, Hürriyet Gazetesi'nden Ayşe Arman'a bir röportaj verdi.
Ekpe Udoh, sarı-lacivertli taraftarlara müjde vererek takımdan ayrılması için olağanüstü bir durum olması gerektiğini söyledi.
İşte Ekpe Udoh'un röportajı:
Edebiyat meraklısı, kitap kurdu bir basketbolcu...
Üstelik kitap kulübü var.
Haftada ortalama bir kitap bitiriyor. Bitirmezse suçluluk duyuyor. Çünkü bir basketbolcunun çok yönlü ve birikimli olması gerektiğine inanıyor. Davet aldığı okulları kırmıyor, gidiyor. Şu ana kadar altı tanesine gitmiş. Çocukları çok seviyor. Güzel bir arkadaş, güvenilir bir arkadaş, karakterli bir arkadaş...
Huzurlarınızda Ekpe Udoh...
Fenerbahçe seyircisinin taptığı oyuncusun. Aranızda müthiş bir sevgi ilişkisi var. Nasıl hissediyorsun?
- Mükemmel! Onlara müteşekkirim. Sahadaki enerjimi seyirciden alıyorum. Bir de blog’um var, Euroangle adı. Taraftarlarla, o blog üzerinden de ilişki kuruyorum. Valla ne diyeyim, muhteşem bir şekilde coşuyoruz!
Voleybol maçlarını izliyorsun, futbol maçlarında Fener gol atınca seviniyorsun... Sen Fenerbahçe’de bir oyuncudan çok sıkı bir Fenerbahçeli misin?
- Tabii ki öyleyim! Ama aynı zamanda bu kulübün bir oyuncusuyum. İzleyebildiğim kadarıyla da diğer spor dallarını takip ediyorum. Çünkü çok keyifli! Fenerbahçeliler sürekli yeni şeyler deniyor. Amerika’da benim alışık olduğum kulüplerden farklı...
KAYBETMEK BİZİM KİTABIMIZDA YAZMIYOR
Hangi açıdan?
- Burada taraftar çılgın, kendini takımına adamış, ölüyor takımı için. Amerika’da öyle değil. Fenerbahçe’nin fiziksel olarak 30 milyon taraftarı var, dünyadaki başka kulüpler bunun yanına bile yaklaşamıyor! Dünyada en büyük kulüplerden biri! Taraftar, o kadar bağlı ki takımına, nereye gidersek bizim yanımızdalar. Gerçekten hayranlık verici...
Daha önce böyle bir şey görmedin mi?
- Bu çapta değil. Bir miktar kolej liginde, birkaç kere de NBA liginde. Ama asla buradaki gibi değil!
Sen yeri geliyor, 28 dakika sakat oynuyorsun. Bu fedakârlığı neden yapıyorsun?
- Obradoviç gibi bir koçla çalışırken, kesinlikle kazanmak istiyorsunuz; kaybetmek, bizim kitabımızda yazmıyor! O yüzden ben de her şeyimi veriyorum...
Sen Nijerya asıllı bir Amerikalısın. Ailenin hikâyesi nedir?
- Babam 1983’te, annemse ondan iki sene sonra Amerika’ya geliyor. Bir ağabeyim var, onunla birlikte. Ben ve üç kız kardeşim Amerika’da Oklahoma’da doğduk...
TANRI’YA İNANIYORUM, DİNLER KONUSUNDA KAFAM KARIŞIK
Geldiklerinde durum nasılmış?
- Felaket. Çok zorluk yaşıyorlar. Babamın hiçbir diploması yokmuş. New York’tan Oklahoma’ya giderken bir de soyulmuş, parası da kalmamış. Tırnaklarıyla kazıyarak, ailemize bir hayat inşa ediyor. Sonunda üniversite bile bitiriyor. Nijeryalı bir aile için, eğitim çok önemlidir. Birinci sırada gelir. Daha doğrusu, inançlı olmak bir, eğitimli olmak iki...
Dinine çok mu bağlısın?
- İnançlı bir aile ortamında yetiştim. Tanrıya inanıyorum, dinler konusundaysa kafam karışık. Ama bir yaradan olduğuna kesinlikle inanıyorum.
Basketbol senin için bir tür kurtarıcı mı oldu?
- Evet ama aslında bizi bir arada tutan ve güçlü olmamızı sağlayan sevgiydi! Birbirine çok düşkün bir aileyiz. Ve ne mutlu bana ki, basketbol hayatımın bir sonraki evresinde, aileme ve çevreme yardımcı olabilmemi sağladı...
Hâlâ başkalarına destek oluyor musun?
- Elbette! Ben ailemin ne tür zorluklar çektiğini biliyorum, diğer insanların nasıl zor şartlarda hayat mücadelesi verdiklerini de... O yüzden destek olabildiğim kadar oluyorum.
BASKETBOL BANA VE AİLEME ÇOK ŞEY VERDİ
Peki basketbol senin için ne anlam ifade ediyor?
- Tanrı ve ailemden sonra benim hayatım. Basketbol sayesinde iyi bir eğitim aldım, dünyayı görme şansı elde ettim. Basketbol olmasaydı, Oklahoma City’de büyüdüğüm yer olan Edmond’un dışına bile çıkamazdım. Basketbol beni her yere götürüyor. Şimdi de Fenerbahçe’deyim. Ben Avrupa’yı görmeyi bile aklımın ucuna bile getirmezdim. Dünyanın en muhteşem ülkelerini, şehirleri ziyaret etme fırsatım oldu. Basketbol, bana ve aileme çok şey verdi. Verdiği nimetlere duacıyım.
Kariyerinde bir üst seviyeye çıkmanda Obradoviç’in etkisi ne?
- Çok büyük. Koç bana özgüven verdi. Agresif olmayı, çıkıp oyunumu oynamamı ve verimli olmamı sağladı. Oyun esnasında bizim farklı yönlerimizi görebiliyor. Tartışmasız dünyanın en iyi antrenörlerinden biri.
BURADA ÇOK ÖZEL ŞEYLER İNŞA ETMEYE BAŞLADIM
Diğer koçlardan fark ne?
- O, ayrıntı viztüozu. Her şeyin, küçük ayrıntılarda gizli olduğunu biliyor. O bir çılgın! Oyunu çok iyi biliyor, çok zeki. Her şeyini, çalıştırdığı takıma ve bu spora veriyor. Koça hayran olmamak mümkün değil...
Fenerbahçe taraftarı ayrılacağına dair endişe duyuyor...
- Hayat böyle bir şey. Tabii ki bu her zaman bir olasılık. Ama burada çok özel şeyler inşa etmeye başladım. Bırakmam için de gerçekten çok olağanüstü bir şey olması lazım...
KÜRK MANTOLU MADONNA FAVORİ TÜRK ROMANIM
Kitaplarla ilişkin ne zaman başladı?
- Beş-altı yıl önce. Bırak kitap okumayı ben hiçbir şey okumazdım. Bir gün Miami’de çılgın bir gece yaşadım. Uyandığımda kendimi çok kötü hissettim ve baktım yakınımda bir İncil duruyor. Sanki bir mesaj gibiydi. İncil’i okumaya başladım ve böylece kitap okumaya başladım. Sonra Paulo Coelho’nun ‘Simyacı’sını okudum. Tuhaf bir şekilde gerisi geldi. Daha sonra kendime kitap kulübü kurdum. Okuduğum kitapları paylaşmaya başladım.
Kitap kulübü nasıl işliyor?
- Twitter’dan link yolluyorum. Sonra insanlara kitap gönderiyorum. Ardından da okuma programı. “Şu aralıklarla okumalısınız, şu saatlerde, şu tarihlerde twitter’da olacağım!” diye. Bazen de bir kitap sinemaya uyarlanmışsa, bir grup insanı alıp o filme götürüyorum...
Sana yazanlar daha çok kadın mı, erkek mi?
- Karışık. Tüm yaş grupları, yetişkinler, çocuklar... Ben “Okuduğunuz her şeyi sorgulayın!” mesajı vermeye çalışıyorum. Hepimiz, herşeyi okuyan, sorgulayan insanlar olalım. Ve bilgiye, birikime inanalım. Bilgi güçtür.
Türk romanlarından hangilerini okudun?
- Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’sını okudum, çok sevdim. Gerçekten çok sıkı bir roman. Kızıyla da tanıştım. Şu ana kadar okuduğum tek Türk yazar. Ayrıca edebi eser değil ama Andrew Mango’nun ‘Atatürk’ünü de okudum. Atatürk’le ilgili başka şeyler de okudum...
Anıtkabir’e gittin ve kalbimizi fethettin. Bunu kalbimizi fethetmek için mi yaptın?
- Hayır, meraktan. Atatürk sevgim merak duygusuyla başladı. Nereye gitsem, onun fotoğrafını görüyordum. Ben de onu tanımak istedim. Ve okumaya başladım. İnanılmaz bir lider. Büyük saygım var. Birkaç günlük boşluğumuz vardı, ben de Anıtkabir’e gittim. Aslanlı yoldan yürürken çok heyecanlandım. Mozolenin olduğu yerden bakınca, her yere simetrik olarak yerleştirilmiş Türk bayrakları görüyorsunuz. Çok etkilendim.
GÜVENDİĞİM BİRİNİ BULURSAM KRAL VE KRALİÇE OLACAĞIZ!
Kız arkadaşın var mı?
- Şu anda yok.
Niçin? Zamanın mı yok?
- Şu dönem kendimizi takıma adamamız gerekiyor. Kadınlar, haklı olarak onlara zaman ayrılmasını ister, ayırmazsanız da ilişki yürümez. Öyle bir zaman yok. Bir de güven meselesi var...
Nasıl yani?
- Güvendiğim birini bulursam, kral ve kraliçe olacağız!
Kadınlara çok kolay güvenmiyorsunuz öyle mi?
- Tanınan bir sporcu olunca çevrenizdeki birçok insan, hayatın eğlenceli, pırıltı kısmını paylaşmak için sizin yanınızda duruyor, hayatın zorluklarını paylaşmak için değil. Ve her şey bir reality show’a dönüyor. Bu tür şeyleri Amerika’da çok gördüm, uzak durmaya çalışıyorum.
Yalnızlık zor olsa gerek...
- Yalnız olduğumu söylemiyorum. Amerika’dan bir arkadaşım burada. Aynı apartmanda oturuyoruz. Gittiğimiz yerlerde video çekiyoruz.
Sanki ben bir sevgilin var diye okudum...
- O bir magazin haberiydi. Sadece bir buluşmaydı. İngilizce biliyordu, “Hadi sohbet edelim” dedi. Yemeğe gittik, sohbet ettik. Kimseyle düzenli bir ilişkim yok.
Bir kadında ne ararsın?
- Güven, akıl, kendine ait bir hayatının olması, bağımsız ve özgür olması, inançlı olması, tutkulu olması, alçakgönüllü olması.
Kaç kere âşık oldun?
- İki kez. Biri kolejde, diğeri de okul dışında.
Aşk acısı çektin mi?
- Çektim tabii. Üniversitedeyken, kız arkadaşımı, arkadaşlarımdan biri öperken gördüğümde bu beni çok yaraladı, acı çektim. O yüzden de benim için güven çok önemli.
LAKAPLARIM, SAVUNMA BAKANI İKİZ KULELER, GÖKDELEN
Hani Fenerbahçe seyircisi sana âşık ya “Bir Çanakkale geçilmez, bir de Ekpe!” diyorlar. Hoşuna gidiyor mu bu laf?
- Gülüyorum. Çok yaratıcı buluyorum taraftarı. Bana Twitter’da ayrıca ‘savunma bakanı’ da diyorlar. Savunmada iyi olmam gerektiği mesajını da veriyorlar tabii...
Başka lakabın var mı?
- İkiz kuleler, gökdelen...
Bu kadar uzun olmak günlük hayatta sorun yaratmıyor mu?
- Bazen. Ama kafayı takmıyorum. Sadece kafayı çarpmamaya çalışıyorum! Alçak kapılardan geçerken dikkat ediyorum. Bir de elimi yıkarken lavabolarda daha çok eğilmem gerekiyor ama alıştım. Kıyafette bir miktar sorun oluyor ama o da çözülmeyecek bir şey değil.
BURADAKİ YEMEKLER İLAHİ
Türkiye’de en çok ne yapmayı seviyorsun?
- Basketbol oynamayı ve yemek yemeyi! Burada yemekler ilahi! Amerika’dan çok daha taze. Üsküdar’daki İoki suşi lokantası öldürücü güzel. Kadıköy’deki Çiya, Osmanlı mutfağından müthiş örnekler sunuyor. Eftelya da bence deniz ürünlerinde çok iyi.
Maç kaybedince ne yapıyorsun?
- NBA’de maç kaybetmek dünyanın sonu değil. O yüzden buraya gelince, önce çok şaşırdım. Burada ölüm kalım meselesi! Biz de kaybetmemeye çalışıyoruz. Aksi halde Obradoviç, antrenmanda bizi öldürür. İnsanların seyirci yokken, bu sahada neler yaşandığını çok iyi anladığını zannetmiyorum!
NBA’den sonra buraya gelmek bir düşüş gibi mi?
- Tabii biraz öyle bir duygu oluyor. Geçen sene benim için zordu. Dünyanın en iyi liginin dışında kalmak biraz rahatsız ediyor. Bu geçiş süreci zordu ama artık buradaki basketbola alıştım. Ve hayatımdan çok memnunum...
Ekpe Udoh, sarı-lacivertli taraftarlara müjde vererek takımdan ayrılması için olağanüstü bir durum olması gerektiğini söyledi.
İşte Ekpe Udoh'un röportajı:
Edebiyat meraklısı, kitap kurdu bir basketbolcu...
Üstelik kitap kulübü var.
Haftada ortalama bir kitap bitiriyor. Bitirmezse suçluluk duyuyor. Çünkü bir basketbolcunun çok yönlü ve birikimli olması gerektiğine inanıyor. Davet aldığı okulları kırmıyor, gidiyor. Şu ana kadar altı tanesine gitmiş. Çocukları çok seviyor. Güzel bir arkadaş, güvenilir bir arkadaş, karakterli bir arkadaş...
Huzurlarınızda Ekpe Udoh...
Fenerbahçe seyircisinin taptığı oyuncusun. Aranızda müthiş bir sevgi ilişkisi var. Nasıl hissediyorsun?
- Mükemmel! Onlara müteşekkirim. Sahadaki enerjimi seyirciden alıyorum. Bir de blog’um var, Euroangle adı. Taraftarlarla, o blog üzerinden de ilişki kuruyorum. Valla ne diyeyim, muhteşem bir şekilde coşuyoruz!
Voleybol maçlarını izliyorsun, futbol maçlarında Fener gol atınca seviniyorsun... Sen Fenerbahçe’de bir oyuncudan çok sıkı bir Fenerbahçeli misin?
- Tabii ki öyleyim! Ama aynı zamanda bu kulübün bir oyuncusuyum. İzleyebildiğim kadarıyla da diğer spor dallarını takip ediyorum. Çünkü çok keyifli! Fenerbahçeliler sürekli yeni şeyler deniyor. Amerika’da benim alışık olduğum kulüplerden farklı...
KAYBETMEK BİZİM KİTABIMIZDA YAZMIYOR
Hangi açıdan?
- Burada taraftar çılgın, kendini takımına adamış, ölüyor takımı için. Amerika’da öyle değil. Fenerbahçe’nin fiziksel olarak 30 milyon taraftarı var, dünyadaki başka kulüpler bunun yanına bile yaklaşamıyor! Dünyada en büyük kulüplerden biri! Taraftar, o kadar bağlı ki takımına, nereye gidersek bizim yanımızdalar. Gerçekten hayranlık verici...
Daha önce böyle bir şey görmedin mi?
- Bu çapta değil. Bir miktar kolej liginde, birkaç kere de NBA liginde. Ama asla buradaki gibi değil!
Sen yeri geliyor, 28 dakika sakat oynuyorsun. Bu fedakârlığı neden yapıyorsun?
- Obradoviç gibi bir koçla çalışırken, kesinlikle kazanmak istiyorsunuz; kaybetmek, bizim kitabımızda yazmıyor! O yüzden ben de her şeyimi veriyorum...
Sen Nijerya asıllı bir Amerikalısın. Ailenin hikâyesi nedir?
- Babam 1983’te, annemse ondan iki sene sonra Amerika’ya geliyor. Bir ağabeyim var, onunla birlikte. Ben ve üç kız kardeşim Amerika’da Oklahoma’da doğduk...
TANRI’YA İNANIYORUM, DİNLER KONUSUNDA KAFAM KARIŞIK
Geldiklerinde durum nasılmış?
- Felaket. Çok zorluk yaşıyorlar. Babamın hiçbir diploması yokmuş. New York’tan Oklahoma’ya giderken bir de soyulmuş, parası da kalmamış. Tırnaklarıyla kazıyarak, ailemize bir hayat inşa ediyor. Sonunda üniversite bile bitiriyor. Nijeryalı bir aile için, eğitim çok önemlidir. Birinci sırada gelir. Daha doğrusu, inançlı olmak bir, eğitimli olmak iki...
Dinine çok mu bağlısın?
- İnançlı bir aile ortamında yetiştim. Tanrıya inanıyorum, dinler konusundaysa kafam karışık. Ama bir yaradan olduğuna kesinlikle inanıyorum.
Basketbol senin için bir tür kurtarıcı mı oldu?
- Evet ama aslında bizi bir arada tutan ve güçlü olmamızı sağlayan sevgiydi! Birbirine çok düşkün bir aileyiz. Ve ne mutlu bana ki, basketbol hayatımın bir sonraki evresinde, aileme ve çevreme yardımcı olabilmemi sağladı...
Hâlâ başkalarına destek oluyor musun?
- Elbette! Ben ailemin ne tür zorluklar çektiğini biliyorum, diğer insanların nasıl zor şartlarda hayat mücadelesi verdiklerini de... O yüzden destek olabildiğim kadar oluyorum.
BASKETBOL BANA VE AİLEME ÇOK ŞEY VERDİ
Peki basketbol senin için ne anlam ifade ediyor?
- Tanrı ve ailemden sonra benim hayatım. Basketbol sayesinde iyi bir eğitim aldım, dünyayı görme şansı elde ettim. Basketbol olmasaydı, Oklahoma City’de büyüdüğüm yer olan Edmond’un dışına bile çıkamazdım. Basketbol beni her yere götürüyor. Şimdi de Fenerbahçe’deyim. Ben Avrupa’yı görmeyi bile aklımın ucuna bile getirmezdim. Dünyanın en muhteşem ülkelerini, şehirleri ziyaret etme fırsatım oldu. Basketbol, bana ve aileme çok şey verdi. Verdiği nimetlere duacıyım.
Kariyerinde bir üst seviyeye çıkmanda Obradoviç’in etkisi ne?
- Çok büyük. Koç bana özgüven verdi. Agresif olmayı, çıkıp oyunumu oynamamı ve verimli olmamı sağladı. Oyun esnasında bizim farklı yönlerimizi görebiliyor. Tartışmasız dünyanın en iyi antrenörlerinden biri.
BURADA ÇOK ÖZEL ŞEYLER İNŞA ETMEYE BAŞLADIM
Diğer koçlardan fark ne?
- O, ayrıntı viztüozu. Her şeyin, küçük ayrıntılarda gizli olduğunu biliyor. O bir çılgın! Oyunu çok iyi biliyor, çok zeki. Her şeyini, çalıştırdığı takıma ve bu spora veriyor. Koça hayran olmamak mümkün değil...
Fenerbahçe taraftarı ayrılacağına dair endişe duyuyor...
- Hayat böyle bir şey. Tabii ki bu her zaman bir olasılık. Ama burada çok özel şeyler inşa etmeye başladım. Bırakmam için de gerçekten çok olağanüstü bir şey olması lazım...
KÜRK MANTOLU MADONNA FAVORİ TÜRK ROMANIM
Kitaplarla ilişkin ne zaman başladı?
- Beş-altı yıl önce. Bırak kitap okumayı ben hiçbir şey okumazdım. Bir gün Miami’de çılgın bir gece yaşadım. Uyandığımda kendimi çok kötü hissettim ve baktım yakınımda bir İncil duruyor. Sanki bir mesaj gibiydi. İncil’i okumaya başladım ve böylece kitap okumaya başladım. Sonra Paulo Coelho’nun ‘Simyacı’sını okudum. Tuhaf bir şekilde gerisi geldi. Daha sonra kendime kitap kulübü kurdum. Okuduğum kitapları paylaşmaya başladım.
Kitap kulübü nasıl işliyor?
- Twitter’dan link yolluyorum. Sonra insanlara kitap gönderiyorum. Ardından da okuma programı. “Şu aralıklarla okumalısınız, şu saatlerde, şu tarihlerde twitter’da olacağım!” diye. Bazen de bir kitap sinemaya uyarlanmışsa, bir grup insanı alıp o filme götürüyorum...
Sana yazanlar daha çok kadın mı, erkek mi?
- Karışık. Tüm yaş grupları, yetişkinler, çocuklar... Ben “Okuduğunuz her şeyi sorgulayın!” mesajı vermeye çalışıyorum. Hepimiz, herşeyi okuyan, sorgulayan insanlar olalım. Ve bilgiye, birikime inanalım. Bilgi güçtür.
Türk romanlarından hangilerini okudun?
- Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’sını okudum, çok sevdim. Gerçekten çok sıkı bir roman. Kızıyla da tanıştım. Şu ana kadar okuduğum tek Türk yazar. Ayrıca edebi eser değil ama Andrew Mango’nun ‘Atatürk’ünü de okudum. Atatürk’le ilgili başka şeyler de okudum...
Anıtkabir’e gittin ve kalbimizi fethettin. Bunu kalbimizi fethetmek için mi yaptın?
- Hayır, meraktan. Atatürk sevgim merak duygusuyla başladı. Nereye gitsem, onun fotoğrafını görüyordum. Ben de onu tanımak istedim. Ve okumaya başladım. İnanılmaz bir lider. Büyük saygım var. Birkaç günlük boşluğumuz vardı, ben de Anıtkabir’e gittim. Aslanlı yoldan yürürken çok heyecanlandım. Mozolenin olduğu yerden bakınca, her yere simetrik olarak yerleştirilmiş Türk bayrakları görüyorsunuz. Çok etkilendim.
GÜVENDİĞİM BİRİNİ BULURSAM KRAL VE KRALİÇE OLACAĞIZ!
Kız arkadaşın var mı?
- Şu anda yok.
Niçin? Zamanın mı yok?
- Şu dönem kendimizi takıma adamamız gerekiyor. Kadınlar, haklı olarak onlara zaman ayrılmasını ister, ayırmazsanız da ilişki yürümez. Öyle bir zaman yok. Bir de güven meselesi var...
Nasıl yani?
- Güvendiğim birini bulursam, kral ve kraliçe olacağız!
Kadınlara çok kolay güvenmiyorsunuz öyle mi?
- Tanınan bir sporcu olunca çevrenizdeki birçok insan, hayatın eğlenceli, pırıltı kısmını paylaşmak için sizin yanınızda duruyor, hayatın zorluklarını paylaşmak için değil. Ve her şey bir reality show’a dönüyor. Bu tür şeyleri Amerika’da çok gördüm, uzak durmaya çalışıyorum.
Yalnızlık zor olsa gerek...
- Yalnız olduğumu söylemiyorum. Amerika’dan bir arkadaşım burada. Aynı apartmanda oturuyoruz. Gittiğimiz yerlerde video çekiyoruz.
Sanki ben bir sevgilin var diye okudum...
- O bir magazin haberiydi. Sadece bir buluşmaydı. İngilizce biliyordu, “Hadi sohbet edelim” dedi. Yemeğe gittik, sohbet ettik. Kimseyle düzenli bir ilişkim yok.
Bir kadında ne ararsın?
- Güven, akıl, kendine ait bir hayatının olması, bağımsız ve özgür olması, inançlı olması, tutkulu olması, alçakgönüllü olması.
Kaç kere âşık oldun?
- İki kez. Biri kolejde, diğeri de okul dışında.
Aşk acısı çektin mi?
- Çektim tabii. Üniversitedeyken, kız arkadaşımı, arkadaşlarımdan biri öperken gördüğümde bu beni çok yaraladı, acı çektim. O yüzden de benim için güven çok önemli.
LAKAPLARIM, SAVUNMA BAKANI İKİZ KULELER, GÖKDELEN
Hani Fenerbahçe seyircisi sana âşık ya “Bir Çanakkale geçilmez, bir de Ekpe!” diyorlar. Hoşuna gidiyor mu bu laf?
- Gülüyorum. Çok yaratıcı buluyorum taraftarı. Bana Twitter’da ayrıca ‘savunma bakanı’ da diyorlar. Savunmada iyi olmam gerektiği mesajını da veriyorlar tabii...
Başka lakabın var mı?
- İkiz kuleler, gökdelen...
Bu kadar uzun olmak günlük hayatta sorun yaratmıyor mu?
- Bazen. Ama kafayı takmıyorum. Sadece kafayı çarpmamaya çalışıyorum! Alçak kapılardan geçerken dikkat ediyorum. Bir de elimi yıkarken lavabolarda daha çok eğilmem gerekiyor ama alıştım. Kıyafette bir miktar sorun oluyor ama o da çözülmeyecek bir şey değil.
BURADAKİ YEMEKLER İLAHİ
Türkiye’de en çok ne yapmayı seviyorsun?
- Basketbol oynamayı ve yemek yemeyi! Burada yemekler ilahi! Amerika’dan çok daha taze. Üsküdar’daki İoki suşi lokantası öldürücü güzel. Kadıköy’deki Çiya, Osmanlı mutfağından müthiş örnekler sunuyor. Eftelya da bence deniz ürünlerinde çok iyi.
Maç kaybedince ne yapıyorsun?
- NBA’de maç kaybetmek dünyanın sonu değil. O yüzden buraya gelince, önce çok şaşırdım. Burada ölüm kalım meselesi! Biz de kaybetmemeye çalışıyoruz. Aksi halde Obradoviç, antrenmanda bizi öldürür. İnsanların seyirci yokken, bu sahada neler yaşandığını çok iyi anladığını zannetmiyorum!
NBA’den sonra buraya gelmek bir düşüş gibi mi?
- Tabii biraz öyle bir duygu oluyor. Geçen sene benim için zordu. Dünyanın en iyi liginin dışında kalmak biraz rahatsız ediyor. Bu geçiş süreci zordu ama artık buradaki basketbola alıştım. Ve hayatımdan çok memnunum...