BUGÜN, yıl sonu…
Milyonlarca evde yılbaşı yemeği yenecek…
Sofrada uzun süre oturma; masada uzun sohbetler yapma; iş yemeği yeme gibi sofra kültürümüzün gelişmesinde Atatürk’ün büyük katkısı oldu.
Geliniz sizi Atatürk’ün sofrasına - - Küfürlü Kelime Sansür Edildi - Egzotik Forum BOT - - üreyim..!
Çok iyi bir ev sahibiydi; Osmanlı deyimiyle “edepli” idi!
Atatürk, evdeki eşya düzenine ve temizliğe çok dikkat ederdi. (Misafirliğe gittiği evlerde eşyalarla ilgili eleştiriler yapardı; yerlerini değiştirirdi; yaşamın her alanında estetiğe önem verirdi. Prenses Emine Hanım’ı yastıkları pis diye azarlamıştı.) Oturduğu evleri hiçbir zaman bekar evi olmadı; hep tertipliydi.
Atatürk evde sofra örtüsünden tabaklara, bardaklardan çatal bıçaklara varıncaya kadar her şeyin düzenli olarak yerli yerinde olmasına özen gösterirdi. Eğer düzenleme istediği gibi yapılmamışsa bunu kendisi düzeltirdi.
Sofradaki tabakların hemen yanında birer kalem ve bloknot bulunurdu.
Atatürk’ün sofrası bir okuldu! Kara tahta, silgi ve tebeşir mutlaka salonun bir köşesinde bulunurdu. Kimi konuklar tahtaya kalkarak açıklamalarda bulunurdu.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na göre; “Atatürk’ün sofrasındaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Burada ilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alırdı.”
Falih Rıfkı Atay’a göre; Atatürk’ün sofrası bir cümbüş sofrası değildi; tartışma meclisiydi.
Hilmi Uran’a göre; Atatürk’ün sofrası, bilginler sofrasıydı.
Sofra bir bakıma, Osmanlı’nın fikir alış veriş ettiği meşveret geleneğiydi.
Ruşen Eşref Ünaydın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün sofrasında daima bulunurdu. Diğer konuklar değişirdi.
Misafirler masada istediği yerlere otururdu; sadece bazı kişilerin özel yerleri vardı.
Et sevmezdi
Atatürk’ün sofralarında hemen her şey konuşulur ama, dedikodu asla yapılmazdı; bu tip konulara izin vermez ve hoşgörülü davranmazdı.
Atatürk’ün sofrasında laubaliliğe yer yoktu.
Sofrada düşüncelerini korkmadan ifade edenlere saygı duyardı.
Dalkavuklara kızardı. Sinirlendiğine “Beyefendi” derdi.
Önem verdiği konulara girilince “Hımmm” diyerek dikkat kesilirdi.
Sevdiği gençlere “çocuk” diye hitap ederdi.
Hediye vermekten hoşlanırdı.
Konukları gelmeden önce banyoya özellikle dikkat ederdi. Yıkanır, masaj yaptırır ve tıraş olurdu. Anafartalar Grubu’nda emir eri Hasan Şevki’nin imalatı “Hasan Şevki Kolonyası”nı kullanırdı.
Dakikti. Misafirlerini bilardo oynayarak beklerdi. Herkes gelince “buyurunuz yemeğe” derdi.
Yemekten önce konukların rahatlamaları için rakı servisi yapılırdı. Rakının yanında en sevdiği mezeler iyi kavrulmuş beyaz leblebi, peynir, kavun olurdu.
Masada rakı içilirdi ama Atatürk sarhoşluktan hoşlanmazdı.
Mareşal Fevzi Çakmak gibi beş vakit namaz kılan, içki içmeyen konuklar olduğunda masaya içki servisi yapılmazdı. Sadece limonata içilirdi.
Sofrada hangi yemekler olurdu?
Askeri öğrencilik yıllarından kalan bir alışkanlıkla Atatürk’ün, hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye- pilav oldu.
Sebze yemeklerini beğenirdi; özellikle etli bamya, karnıyarık, zeytinyağlı-limonlu bakla ezmesi favorisiydi. Yoğurt, limonlu fava, üstüne zeytinyağı gezdirilmiş haşlanmış kuşkonmaz da masadan eksik olmayan mezelerdi.
Karnıyarık ve pilavı birbirine karıştırarak yemeyi çok severdi.
Sofrasında et yemeği pek yoktu. Kebaptan, yağlı yemeklerden hoşlanmıyordu. Bazen tavuk ya da hindi yiyordu.
Tatlı sevmezdi; canı tatlı istediğinde gül reçeli yerdi.
Meyveyle hiç arası yoktu; sevdiği kavundu.
Atatürk çok uyuyan ve çok yemek yiyen biri değildi.
Örneğin… Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi. Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi. Sonra, soğuk ayranla bir dilim ekmek ve bazen bir kâse yoğurt yerdi. Ekmeği ayrana ya da yoğurta batırarak yemekten hoşlanırdı. Bazen iki yumurtalı beyaz peynirli omlet yerdi.
Yoğurda bayılırdı; ikindi üzeri bir bardak ayran içerdi. Çok sık olmamakla birlikte Selanik’teki çocukluğunda yediği ıspanaklı börek ısmarlardı.
Vazgeçemediği, Türk Kahvesi ve sigaraydı. Günde 10-15 fincan Türk Kahvesi ve en az iki paket sigara içerdi.
Elbiselerimi yakın
Atatürk her daim şık giyinerek sofraya oturdu.
Kıyafetlerinin tasarımını kendi çizip, terzi Levon Kordonciyan ve Jan Pilüris’ye diktirirdi.
Alışverişini kendi yapardı. Ayakkabılarını Sirkeci’deki Altın Çizme’ye ve Beyoğlu’ndaki Nuri Usta’ya ısmarlardı.
Köstekli saati yelek içinde, mendili ceket cebinde ve şık kol düğmeleri her daim gömlek manşetlerinde bulundu.
Çoraplarını Rum Ekonomides’ten aldı. Frak ve smokinlerini İsviçre’den getirtti.
Genellikle beyaz gömlek tercih etti.
İç çamaşırları ipektendi.
1929’da dünya büyük ekonomik krize girince Atatürk, yerli malı kullanmaya-kullandırmaya özen gösterdi. “Bundan sonra önder olarak benim de yerli malı kullanmam gerek. Gardıroptaki elbiselerimi getirin Köşk’ün önünde yakın” dedi.
Falih Rıfkı Atay, “Paşam elbiseleri yaktırmayın, bizlere verin, hatıra olarak saklayalım” deyince, “peki” deyip hepsini hediye verdi.
1934 ve 1935 yılbaşılarını Ankara Palas’ta, 1936 yılbaşını İstanbul Park Otel’de karşıladı.
1937’yi 1938’e bağlayan geceyi yani son yılbaşını; Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile Hatay meselesini konuşarak Çankaya Köşkü’nde geçirdi. Ve…
O gece dolabındaki bazı elbiseleri Bakan Aras’a hediye ederek, “iyi yıllar” diledi…
Milyonlarca evde yılbaşı yemeği yenecek…
Sofrada uzun süre oturma; masada uzun sohbetler yapma; iş yemeği yeme gibi sofra kültürümüzün gelişmesinde Atatürk’ün büyük katkısı oldu.
Geliniz sizi Atatürk’ün sofrasına - - Küfürlü Kelime Sansür Edildi - Egzotik Forum BOT - - üreyim..!
Çok iyi bir ev sahibiydi; Osmanlı deyimiyle “edepli” idi!
Atatürk, evdeki eşya düzenine ve temizliğe çok dikkat ederdi. (Misafirliğe gittiği evlerde eşyalarla ilgili eleştiriler yapardı; yerlerini değiştirirdi; yaşamın her alanında estetiğe önem verirdi. Prenses Emine Hanım’ı yastıkları pis diye azarlamıştı.) Oturduğu evleri hiçbir zaman bekar evi olmadı; hep tertipliydi.
Atatürk evde sofra örtüsünden tabaklara, bardaklardan çatal bıçaklara varıncaya kadar her şeyin düzenli olarak yerli yerinde olmasına özen gösterirdi. Eğer düzenleme istediği gibi yapılmamışsa bunu kendisi düzeltirdi.
Sofradaki tabakların hemen yanında birer kalem ve bloknot bulunurdu.
Atatürk’ün sofrası bir okuldu! Kara tahta, silgi ve tebeşir mutlaka salonun bir köşesinde bulunurdu. Kimi konuklar tahtaya kalkarak açıklamalarda bulunurdu.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na göre; “Atatürk’ün sofrasındaki sözleri, felsefesi, yol göstericiliği, fıkraları, vecizeleri gerçekten bir hazine idi. Burada ilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alırdı.”
Falih Rıfkı Atay’a göre; Atatürk’ün sofrası bir cümbüş sofrası değildi; tartışma meclisiydi.
Hilmi Uran’a göre; Atatürk’ün sofrası, bilginler sofrasıydı.
Sofra bir bakıma, Osmanlı’nın fikir alış veriş ettiği meşveret geleneğiydi.
Ruşen Eşref Ünaydın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün sofrasında daima bulunurdu. Diğer konuklar değişirdi.
Misafirler masada istediği yerlere otururdu; sadece bazı kişilerin özel yerleri vardı.
Et sevmezdi
Atatürk’ün sofralarında hemen her şey konuşulur ama, dedikodu asla yapılmazdı; bu tip konulara izin vermez ve hoşgörülü davranmazdı.
Atatürk’ün sofrasında laubaliliğe yer yoktu.
Sofrada düşüncelerini korkmadan ifade edenlere saygı duyardı.
Dalkavuklara kızardı. Sinirlendiğine “Beyefendi” derdi.
Önem verdiği konulara girilince “Hımmm” diyerek dikkat kesilirdi.
Sevdiği gençlere “çocuk” diye hitap ederdi.
Hediye vermekten hoşlanırdı.
Konukları gelmeden önce banyoya özellikle dikkat ederdi. Yıkanır, masaj yaptırır ve tıraş olurdu. Anafartalar Grubu’nda emir eri Hasan Şevki’nin imalatı “Hasan Şevki Kolonyası”nı kullanırdı.
Dakikti. Misafirlerini bilardo oynayarak beklerdi. Herkes gelince “buyurunuz yemeğe” derdi.
Yemekten önce konukların rahatlamaları için rakı servisi yapılırdı. Rakının yanında en sevdiği mezeler iyi kavrulmuş beyaz leblebi, peynir, kavun olurdu.
Masada rakı içilirdi ama Atatürk sarhoşluktan hoşlanmazdı.
Mareşal Fevzi Çakmak gibi beş vakit namaz kılan, içki içmeyen konuklar olduğunda masaya içki servisi yapılmazdı. Sadece limonata içilirdi.
Sofrada hangi yemekler olurdu?
Askeri öğrencilik yıllarından kalan bir alışkanlıkla Atatürk’ün, hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye- pilav oldu.
Sebze yemeklerini beğenirdi; özellikle etli bamya, karnıyarık, zeytinyağlı-limonlu bakla ezmesi favorisiydi. Yoğurt, limonlu fava, üstüne zeytinyağı gezdirilmiş haşlanmış kuşkonmaz da masadan eksik olmayan mezelerdi.
Karnıyarık ve pilavı birbirine karıştırarak yemeyi çok severdi.
Sofrasında et yemeği pek yoktu. Kebaptan, yağlı yemeklerden hoşlanmıyordu. Bazen tavuk ya da hindi yiyordu.
Tatlı sevmezdi; canı tatlı istediğinde gül reçeli yerdi.
Meyveyle hiç arası yoktu; sevdiği kavundu.
Atatürk çok uyuyan ve çok yemek yiyen biri değildi.
Örneğin… Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi. Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi. Sonra, soğuk ayranla bir dilim ekmek ve bazen bir kâse yoğurt yerdi. Ekmeği ayrana ya da yoğurta batırarak yemekten hoşlanırdı. Bazen iki yumurtalı beyaz peynirli omlet yerdi.
Yoğurda bayılırdı; ikindi üzeri bir bardak ayran içerdi. Çok sık olmamakla birlikte Selanik’teki çocukluğunda yediği ıspanaklı börek ısmarlardı.
Vazgeçemediği, Türk Kahvesi ve sigaraydı. Günde 10-15 fincan Türk Kahvesi ve en az iki paket sigara içerdi.
Elbiselerimi yakın
Atatürk her daim şık giyinerek sofraya oturdu.
Kıyafetlerinin tasarımını kendi çizip, terzi Levon Kordonciyan ve Jan Pilüris’ye diktirirdi.
Alışverişini kendi yapardı. Ayakkabılarını Sirkeci’deki Altın Çizme’ye ve Beyoğlu’ndaki Nuri Usta’ya ısmarlardı.
Köstekli saati yelek içinde, mendili ceket cebinde ve şık kol düğmeleri her daim gömlek manşetlerinde bulundu.
Çoraplarını Rum Ekonomides’ten aldı. Frak ve smokinlerini İsviçre’den getirtti.
Genellikle beyaz gömlek tercih etti.
İç çamaşırları ipektendi.
1929’da dünya büyük ekonomik krize girince Atatürk, yerli malı kullanmaya-kullandırmaya özen gösterdi. “Bundan sonra önder olarak benim de yerli malı kullanmam gerek. Gardıroptaki elbiselerimi getirin Köşk’ün önünde yakın” dedi.
Falih Rıfkı Atay, “Paşam elbiseleri yaktırmayın, bizlere verin, hatıra olarak saklayalım” deyince, “peki” deyip hepsini hediye verdi.
1934 ve 1935 yılbaşılarını Ankara Palas’ta, 1936 yılbaşını İstanbul Park Otel’de karşıladı.
1937’yi 1938’e bağlayan geceyi yani son yılbaşını; Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile Hatay meselesini konuşarak Çankaya Köşkü’nde geçirdi. Ve…
O gece dolabındaki bazı elbiseleri Bakan Aras’a hediye ederek, “iyi yıllar” diledi…