Tabiatım hayli vahşi olduğundan izinlerimde, herkesten uzak, tenha yerleri tercih ederim. Geçen sene de seyahate çıkan bir dostumun Reberac civarındaki evini kiraladım. Benim gibi, fazla gevezelikten hoşlanmayan bir arkadaşımı da birkaç günlüğüne davet ettim.
Laurent bir gün evvel gelmesi gerekirken gelmemişti. O akşam da şöminenin başında bekliyordum. Eylül ayındaydık ama hava kış kadar soğuktu. Bir ara kapıya hızla vuruldu. Dostlarımın köpeği havlamaya başlamıştı. O anda esen şiddetli bir rüzgarla kapı açılıverdi. Laurent sırtında soluk bir yağmurluk, başında kulaklarına kadar geçen bir bereyle eşikte duruyordu. Eli de bomboştu. Üzerine saldıran köpeği yatıştırırken haline gülmekten de kendimi alamadım. Bir şey söylemeden yağmurluğunu çıkardı, ateşin karşısına geçip oturdu; alevler esmer yüzünü aydınlatıyordu. Biraz sonra da konuşmaya başladı:
- Dün geliyordum ama ormanda garip bir macerayla karşılaştım. Gördüklerim aklımdan çıkmıyor….
Rüzgar sakinlemişti. Sesi, basık tavanlı odada adeta çınlıyordı. Büyülenmiş gibi bir hali vardı. Konuşmasına devam etti.
- Montignac’dan sonra Vezere civarındaki ormanın adı ne bilmem, sen herhalde bilirsin!… İşte benim külüstür araba orada bozuldu. Kısa diye o yolu tercih edtmiştim…
Bu sözlerine gülümsedim. Onun seyahat düşünceleri fazlaca hayali olur. Neticede tabii umduğunu bulamazdı. Ama bu sefer cesareti de kırılmış gibiydi. Gülümsememi fark etmeden devam etti:
- Çamurlu berbat bir yerdi: tek bir ışık da görünmüyordu. İlerlesem mi yaya geri mi dönsem kestiremiyordum. Nihayet arabayı kilitleyip yürümeye başladım. Belki bir canlıya rastlardım. Hava bu günkü gibiydi, üstelik yağmur da vardı. Sis ve ağaç perdelerinin arasından bir ışık görebilir miyim diye etrafa bakınıyordum. Ama nafile. Böylece yarım saat kadar yürüdüm. Sonra birden karşıma, ormanın ortasında, kapısında kocaman bir fener yanan duvarları sarmaşıklı, küçük beyaz bir ev çıkmaz mı? Tam yaklaşırken nereden çıktı bilmem iri siyah bir köpek hızla üzerime atılıverdi. Kaçacak fırsat dahi bulamadan, yakamı paçamı yırtmaya başladı. Ben bağırınca kapı açıldı, yaşlı, kambur bir kadın göründü; söve saya köpeği içeri çağırdı, hayvan itaat edip beni bıraktı. Kadın elindeki fenerle yüzümü aydınlatıp baktıktan sonra başıyla içeriye girmemi işaret etti. Girdik, Ocaktaki tencereyi masaya koydu; büfeden tabak, peçete ve ekmek de çıkardı. Bir taraftan da beni tetkik ediyordu, yüzüme şüphe ve endişe dolu gözlerle bakıyordu. Pek itimat telkin edememiştim galiba. Yoluma devam için vasıta bulup bulamayacağımı sordum. Hiç oralı olmadı. Etli fasulyesi pek nefisti, iki tabak yedim. Benden hoşlanmadığını görmemek için yüzüne bakmıyordum ama onun sık sık kapıya baktığını fark ediyordum. Bu bakışlar bana çevrilince hemen sertleşiveriyordu.
Yemeğimi bitirdiğim zaman:
- Şimdi arabanızı bulamazsınız, geceyi burada geçirin, sabahleyin erkenden gidersiniz… dedi.
Emreder gibi konuşuyordu. Yemek tenceresini ocağa pat diye koydu ama çıkardığı gürültüye pişman olmuş gibi irkilip kulak kesildi. Sanki birini uyandırmaktan korkuyordu. Sonra herhalde bir şey olmadığına emin olup bana döndü:
- Gelin, dedi. Ama gürültü yapmayın! Köpek bu saatlerde bir gürültü duydu mu havlamaya başlayıp bir daha susmuyor da… diye izaha çıktı.
Baktım kendi ayaklarında bile kedi kadar ses çıkarmayan pantuflar vardı. Onun izahına kanmadım tabii. Evde benim geldiğimi bilmesini istemediği biri daha olmalıydı. Acaba kötürüm bir kocası vardı da ona duyurmadan, beni misafir ederek aldığı parayla şahsi servetini mi artırmak istiyordu. Ben bu kanaatle cüzdanımı çıkarıp:
- Bu akşam için borcum ne?… diye mırıldandım. Size verdiğim zahmeti ödemek isterim.
Gözlerinin parladığını görünce düşüncemde yanılmadığımı anladım. İki tane bin franklık çıkaıp önüne sürdüm. Her şeye rağmen sayesinde, bu ıssız ormanda aç, açıkta kalmaktan kurtulmuştum. Parayı alıp hemen cebine indirdi. Teşekkür anlamında başını salladı, sonra kapıyı açarak geçmem için yana çekildi. O önde ben arkada üst kata çıktık. Eşyası bir somya ve iskemleden ibaret olan bir odanın kapısını açtı. Somyadaki örtü eski saray örtülerinden de ve duvardaki desenli kağıtlarda eski cinsten harikulâde güzel şeylerdi. Bunlar odaya büsbütün garip bir hal veriyordu. Ama uyku gözlerimden aktığından ben bunlarla meşgul olacak halde değildim. Tek düşüncem hemen yatıp uyumaktı. Kadın da bunu fark etmiş olacak ki kapıya gitti, çıkarken de :
- Yarın sabah erkenden gideceksiniz, diye tekrarladı.
Saat kaçtı bilmem gece birden heyecanla uyandım. Sanki kapıya hafif hafif vurulmuştu. Odada elektrik yanımda da kibrit olmadığını düşünerek ürperdim. El yordamıyla yeleğin ceplerini yokladım. Kibrit yoktu. İhtiyar kadının saklamak istediği sır aydınlanıyor muydu ne?
O sırada kapı yavaşça açıldı ve… ve eşikte elinde büyük bir lâmba, sırtında ipekli, beyaz uzun bir gecelik, bir genç kız belirdi. Yatağa doğru ilerliyordu. Lambayı tutuşu bile öyle zarifti ki, o köylü kadının kızı olamazdı bu!… dağınık uzun sarı saçları yüzünün yarısını örtmüştü. Derin mânalı gözlerinin yalvarır gibi bir bakışı vardı. Ne garip mahlûktu bu! İyice yaklaştı. Eğilip tetkike koyuldu. Yüzüne hafif bir tebessüm yayılır gibi oldu fakat birden vahşi bir hayvan gibi irkilerek geri çekildi, tebessümü solmuştu. Kapıya vardığı sırada dışardan zayıf bir kol uzanarak bileğinden yakalayıp hızla dışarı çekti. Biraz sonra ihtiyar odaya girdi: ben hemen uyku taklidi yaptım. Bir an vahşetle bakındıktan sonra çıktı ve kapıyı dışardan kilitledi.
Laurent durdu, derin bir nefes aldı. Bu macera beni meraklandırmıştı. Sabırsızlığımı görünce:
- Sonunu merak ettiğinin farkındayım, dedi. Anlatacağım ama aklımı oynattığımı veya yalan söylediğimi zannetmiyorsun ya?
- Eh! dedim, yalan söylemiyorsun herhâlde, ama biraz garip bir halin var doğrusu.
- Neyse! Bak dinle sonunu: kadın gidince asabım allak bullak oldu. Hemen bu esrarengiz evden kaçıp arabama sığınabilmeliydim. Alelacele giyindim. Pencereyi açıp salkım ağacı vasıtasıyla güzelce aşağıya indim. Karanlıkta yolu bulup ve arabanın yanına varmaz mıyım? Hemen içine girip huzursuz bir uykuya daldım. Uyanınca ârızayı bulup düzelttim. Biraz ferahlamıştım. Yola çıkıp en yakın köye gittim. Aklım da hep o evdeydi. Bir kahve de karnımı doyurdum. Sahibine boş bir oda sordum, varmış. Orada soyunmadan yattım: birkaç saat uyumuşum. Aşağı indiğimde hesabı ödemek üzere ceplerimi karıştırınca şaşırakaldım: cüzdanım yoktu. Neyse cebimdeki paralarla bahşiş veremeden borcumu ödeyebildim. Şimdi o eve dönüp cüzdanı aramam lazımdı. Pencereden atlarken düşürmüş olmalıydım. Ama ya ihtiyar bulup ceplediyse?… yaya yola çıktım. Arabanın bozulduğu yeri kolayca buldum . fakat ondan sonra iş sapa sardı. Yağmur ayak izi de bırakmamıştı. Bununla beraber biraz yürüyünce evin bulunduğu küçük meydan karşıma çıktı. Hayret ortalıkta ne ev ne sakinleri vardı. Sadece yabani ot ve taş, toprak, yığını! Sus kesme lafımı! Evet gece uyuduğum evin yerinde kararmış bir harabe yığını buldum. Acaba rüya mı görüyordum? O anda ayaklarımın ucunda cüzdanımı görmeseydim bunun rüya olduğuna inanacaktım hakikaten. Ama cüzdan yerde. Hemde artık mevcut olmayan atladığım o pencerenin bulunduğu noktadaydı tam. Dur, dinle! Sonunu dinle bak! Cüzdan elime aldım. İnanamıyordum… o sırada arkamda çınlayan acayip bir kahkaha ile yerimden sıçradım. Öylesine korkmuştum ki … arkama dönünce elinde kanlı bir tavşan bulunan yaşlı bir adamla karşılaştım.
- Bana Mathieu Baba derler, dedi. Sizi tanımıyorum.
Yabancı olduğumu söyleyince, eliyle harabeyi işaret ederek;
- Buranın macerasını biliyor musunuz, dedi. Bakınız anlatayım; seneler evvel burda beyaz küçük bir ev, içinde de altın sarısı saçlı, peri kadar güzel, bir kızla ihtiyar dadısı vardı. Kız erkeklerin peşinden koşan bir kaçıkmış. Bu hali kız kardeşinin de kısmetine mani olduğundan onu buralara getirmek mecburiyetinde kalmışlar. Dadısı ihtiyar cadı ayyaştı. İçip içip kızı öldüresiye döverdi ama kimse de bir şey yapamazdı ona nedense. Kız çoğu zaman boynunda zincirle kapıdaki bir halkaya bağlı mahzun mahzun otururdu. Neyse uzatmayayım ihtiyar bir gece körkütük sarhoş evi ateşe verdi kendi de diri diri yandı.
- Ya genç kız… dedim.
- O da halkasına bağlıymış. Yanmış parçaları bulundu. Ormanında bir kısmı yandı, o zamandan beri burda ağaç bitmez.
Adam bunları söyleyince hemen çekip gitti. Bende şaşkın bu menhus ormandan çıkıp sabahki köye geldim. Arabaya atlayıp sürdüm, birkaç defa da kendimi kaybettim galiba, yuvarlanmadığıma hala şaşıyorum. Görüyorsun bitkinliğimi.
Hiçbir şey yemeden külçe gibi yattı, üzerini bile ben örttüm.
Üç gün bundan hiç bahsetmedik. Üçüncü gün gülerek artık başına gelene üzülmediğini bunun az kimseye nasip olan hoş bir macera olduğunu söyledi. Doğrusu muhayyilesinin bir yaratma kabiliyetini kıskanmıyor değildim. Beşinci gün dayanamadım. Bir bahaneyle yola çıktım bahsettiği ormanı kolayca buldum. Meşhur düzlüğe çıkıp ağaçları şöyle bir aralayınca gördüğüm manzaradan hayretler içinde kaldım. Doğrusu Laurent benimle bir güzel alay etmişti. Öyle ya sarmaşıklı ev hatta köpek karşımdaydı. Kızgın ilerledim içerden, tarif ettiği kadın çıktı. Ellerini önlüğüne kurularken;
- Siz geçen gece burada yatan mösyönün arkadaşı mısınız yoksa? diye sordu.
- Başımla tasdik ettim. Bu sırada kapı yavaşça açıldı. Laurent’in bahsettiği güzel varlıkta çıktı karşıma. Bu oydu muhakkak ama sarı saç yerine kızıl saç, masum, güzel gözler yerine, patlak, kırmızı bebekleri, deli gözü gibi oynayan gözler… Ağzının kenarlarında da salyalar… garip sesler çıkartarak bağırmağa da başlayınca kadın hemen yakalayıp içeri girdi. Ben şaşırmış kalmıştım. Biraz sonra kadın tekrar çıktı. Özür diler gibi:
- Yeğenim, dedi. Doğuştan böyle. Bugün üstündeler yine benden başkası zapt edemez. Bir yere giderken kitlerim, o zaman köpek bekler. Bize bir şey yapmaz ama başkasına zararlı. Ya beyin cüzdanı. Pencerenin altında bulup saklamıştım. Onu eline geçirmiş yok oldu. Her yeri aradım, tek ümidim kendisini ara sıra - - Küfürlü Kelime Sansür Edildi - Egzotik Forum BOT - - ürdüğüm yanmış ev harabesiydi, oraya atmış olabilirdi. Hemen baktım yok.. yok…
- Üzülmeyin, dedim. Ben size arkadaşımın cüzdanı bulduğunu söylemeye geldim.
- Bulmuş mu? Yıkık yerde mi? Ama nasıl?
- Evet orada tesadüfen bulmuş.
- Yeğenimden korkmuş olmalı… ama ben baktığımda sakin uyuyordu. Pencereden niye kaçtı ki?…
- Bakmayın ona yapar ara sıra böyle şeyler, o da biraz kaçıktır.
Böyle söyleyerek uğradığım hayal kırıklığının intikamını biraz olsun almış oldum.
Gidince ona hakikati anlatmaya dilim varmadı. Madem ki hayal gördüğüne inanıyordu. Varsın masaldakilere benzeyen güzel kızı ihtiyar acuzeyi ve yanan küçük evi düşünsün dursun. Ne çıkar sanki…
Laurent bir gün evvel gelmesi gerekirken gelmemişti. O akşam da şöminenin başında bekliyordum. Eylül ayındaydık ama hava kış kadar soğuktu. Bir ara kapıya hızla vuruldu. Dostlarımın köpeği havlamaya başlamıştı. O anda esen şiddetli bir rüzgarla kapı açılıverdi. Laurent sırtında soluk bir yağmurluk, başında kulaklarına kadar geçen bir bereyle eşikte duruyordu. Eli de bomboştu. Üzerine saldıran köpeği yatıştırırken haline gülmekten de kendimi alamadım. Bir şey söylemeden yağmurluğunu çıkardı, ateşin karşısına geçip oturdu; alevler esmer yüzünü aydınlatıyordu. Biraz sonra da konuşmaya başladı:
- Dün geliyordum ama ormanda garip bir macerayla karşılaştım. Gördüklerim aklımdan çıkmıyor….
Rüzgar sakinlemişti. Sesi, basık tavanlı odada adeta çınlıyordı. Büyülenmiş gibi bir hali vardı. Konuşmasına devam etti.
- Montignac’dan sonra Vezere civarındaki ormanın adı ne bilmem, sen herhalde bilirsin!… İşte benim külüstür araba orada bozuldu. Kısa diye o yolu tercih edtmiştim…
Bu sözlerine gülümsedim. Onun seyahat düşünceleri fazlaca hayali olur. Neticede tabii umduğunu bulamazdı. Ama bu sefer cesareti de kırılmış gibiydi. Gülümsememi fark etmeden devam etti:
- Çamurlu berbat bir yerdi: tek bir ışık da görünmüyordu. İlerlesem mi yaya geri mi dönsem kestiremiyordum. Nihayet arabayı kilitleyip yürümeye başladım. Belki bir canlıya rastlardım. Hava bu günkü gibiydi, üstelik yağmur da vardı. Sis ve ağaç perdelerinin arasından bir ışık görebilir miyim diye etrafa bakınıyordum. Ama nafile. Böylece yarım saat kadar yürüdüm. Sonra birden karşıma, ormanın ortasında, kapısında kocaman bir fener yanan duvarları sarmaşıklı, küçük beyaz bir ev çıkmaz mı? Tam yaklaşırken nereden çıktı bilmem iri siyah bir köpek hızla üzerime atılıverdi. Kaçacak fırsat dahi bulamadan, yakamı paçamı yırtmaya başladı. Ben bağırınca kapı açıldı, yaşlı, kambur bir kadın göründü; söve saya köpeği içeri çağırdı, hayvan itaat edip beni bıraktı. Kadın elindeki fenerle yüzümü aydınlatıp baktıktan sonra başıyla içeriye girmemi işaret etti. Girdik, Ocaktaki tencereyi masaya koydu; büfeden tabak, peçete ve ekmek de çıkardı. Bir taraftan da beni tetkik ediyordu, yüzüme şüphe ve endişe dolu gözlerle bakıyordu. Pek itimat telkin edememiştim galiba. Yoluma devam için vasıta bulup bulamayacağımı sordum. Hiç oralı olmadı. Etli fasulyesi pek nefisti, iki tabak yedim. Benden hoşlanmadığını görmemek için yüzüne bakmıyordum ama onun sık sık kapıya baktığını fark ediyordum. Bu bakışlar bana çevrilince hemen sertleşiveriyordu.
Yemeğimi bitirdiğim zaman:
- Şimdi arabanızı bulamazsınız, geceyi burada geçirin, sabahleyin erkenden gidersiniz… dedi.
Emreder gibi konuşuyordu. Yemek tenceresini ocağa pat diye koydu ama çıkardığı gürültüye pişman olmuş gibi irkilip kulak kesildi. Sanki birini uyandırmaktan korkuyordu. Sonra herhalde bir şey olmadığına emin olup bana döndü:
- Gelin, dedi. Ama gürültü yapmayın! Köpek bu saatlerde bir gürültü duydu mu havlamaya başlayıp bir daha susmuyor da… diye izaha çıktı.
Baktım kendi ayaklarında bile kedi kadar ses çıkarmayan pantuflar vardı. Onun izahına kanmadım tabii. Evde benim geldiğimi bilmesini istemediği biri daha olmalıydı. Acaba kötürüm bir kocası vardı da ona duyurmadan, beni misafir ederek aldığı parayla şahsi servetini mi artırmak istiyordu. Ben bu kanaatle cüzdanımı çıkarıp:
- Bu akşam için borcum ne?… diye mırıldandım. Size verdiğim zahmeti ödemek isterim.
Gözlerinin parladığını görünce düşüncemde yanılmadığımı anladım. İki tane bin franklık çıkaıp önüne sürdüm. Her şeye rağmen sayesinde, bu ıssız ormanda aç, açıkta kalmaktan kurtulmuştum. Parayı alıp hemen cebine indirdi. Teşekkür anlamında başını salladı, sonra kapıyı açarak geçmem için yana çekildi. O önde ben arkada üst kata çıktık. Eşyası bir somya ve iskemleden ibaret olan bir odanın kapısını açtı. Somyadaki örtü eski saray örtülerinden de ve duvardaki desenli kağıtlarda eski cinsten harikulâde güzel şeylerdi. Bunlar odaya büsbütün garip bir hal veriyordu. Ama uyku gözlerimden aktığından ben bunlarla meşgul olacak halde değildim. Tek düşüncem hemen yatıp uyumaktı. Kadın da bunu fark etmiş olacak ki kapıya gitti, çıkarken de :
- Yarın sabah erkenden gideceksiniz, diye tekrarladı.
Saat kaçtı bilmem gece birden heyecanla uyandım. Sanki kapıya hafif hafif vurulmuştu. Odada elektrik yanımda da kibrit olmadığını düşünerek ürperdim. El yordamıyla yeleğin ceplerini yokladım. Kibrit yoktu. İhtiyar kadının saklamak istediği sır aydınlanıyor muydu ne?
O sırada kapı yavaşça açıldı ve… ve eşikte elinde büyük bir lâmba, sırtında ipekli, beyaz uzun bir gecelik, bir genç kız belirdi. Yatağa doğru ilerliyordu. Lambayı tutuşu bile öyle zarifti ki, o köylü kadının kızı olamazdı bu!… dağınık uzun sarı saçları yüzünün yarısını örtmüştü. Derin mânalı gözlerinin yalvarır gibi bir bakışı vardı. Ne garip mahlûktu bu! İyice yaklaştı. Eğilip tetkike koyuldu. Yüzüne hafif bir tebessüm yayılır gibi oldu fakat birden vahşi bir hayvan gibi irkilerek geri çekildi, tebessümü solmuştu. Kapıya vardığı sırada dışardan zayıf bir kol uzanarak bileğinden yakalayıp hızla dışarı çekti. Biraz sonra ihtiyar odaya girdi: ben hemen uyku taklidi yaptım. Bir an vahşetle bakındıktan sonra çıktı ve kapıyı dışardan kilitledi.
Laurent durdu, derin bir nefes aldı. Bu macera beni meraklandırmıştı. Sabırsızlığımı görünce:
- Sonunu merak ettiğinin farkındayım, dedi. Anlatacağım ama aklımı oynattığımı veya yalan söylediğimi zannetmiyorsun ya?
- Eh! dedim, yalan söylemiyorsun herhâlde, ama biraz garip bir halin var doğrusu.
- Neyse! Bak dinle sonunu: kadın gidince asabım allak bullak oldu. Hemen bu esrarengiz evden kaçıp arabama sığınabilmeliydim. Alelacele giyindim. Pencereyi açıp salkım ağacı vasıtasıyla güzelce aşağıya indim. Karanlıkta yolu bulup ve arabanın yanına varmaz mıyım? Hemen içine girip huzursuz bir uykuya daldım. Uyanınca ârızayı bulup düzelttim. Biraz ferahlamıştım. Yola çıkıp en yakın köye gittim. Aklım da hep o evdeydi. Bir kahve de karnımı doyurdum. Sahibine boş bir oda sordum, varmış. Orada soyunmadan yattım: birkaç saat uyumuşum. Aşağı indiğimde hesabı ödemek üzere ceplerimi karıştırınca şaşırakaldım: cüzdanım yoktu. Neyse cebimdeki paralarla bahşiş veremeden borcumu ödeyebildim. Şimdi o eve dönüp cüzdanı aramam lazımdı. Pencereden atlarken düşürmüş olmalıydım. Ama ya ihtiyar bulup ceplediyse?… yaya yola çıktım. Arabanın bozulduğu yeri kolayca buldum . fakat ondan sonra iş sapa sardı. Yağmur ayak izi de bırakmamıştı. Bununla beraber biraz yürüyünce evin bulunduğu küçük meydan karşıma çıktı. Hayret ortalıkta ne ev ne sakinleri vardı. Sadece yabani ot ve taş, toprak, yığını! Sus kesme lafımı! Evet gece uyuduğum evin yerinde kararmış bir harabe yığını buldum. Acaba rüya mı görüyordum? O anda ayaklarımın ucunda cüzdanımı görmeseydim bunun rüya olduğuna inanacaktım hakikaten. Ama cüzdan yerde. Hemde artık mevcut olmayan atladığım o pencerenin bulunduğu noktadaydı tam. Dur, dinle! Sonunu dinle bak! Cüzdan elime aldım. İnanamıyordum… o sırada arkamda çınlayan acayip bir kahkaha ile yerimden sıçradım. Öylesine korkmuştum ki … arkama dönünce elinde kanlı bir tavşan bulunan yaşlı bir adamla karşılaştım.
- Bana Mathieu Baba derler, dedi. Sizi tanımıyorum.
Yabancı olduğumu söyleyince, eliyle harabeyi işaret ederek;
- Buranın macerasını biliyor musunuz, dedi. Bakınız anlatayım; seneler evvel burda beyaz küçük bir ev, içinde de altın sarısı saçlı, peri kadar güzel, bir kızla ihtiyar dadısı vardı. Kız erkeklerin peşinden koşan bir kaçıkmış. Bu hali kız kardeşinin de kısmetine mani olduğundan onu buralara getirmek mecburiyetinde kalmışlar. Dadısı ihtiyar cadı ayyaştı. İçip içip kızı öldüresiye döverdi ama kimse de bir şey yapamazdı ona nedense. Kız çoğu zaman boynunda zincirle kapıdaki bir halkaya bağlı mahzun mahzun otururdu. Neyse uzatmayayım ihtiyar bir gece körkütük sarhoş evi ateşe verdi kendi de diri diri yandı.
- Ya genç kız… dedim.
- O da halkasına bağlıymış. Yanmış parçaları bulundu. Ormanında bir kısmı yandı, o zamandan beri burda ağaç bitmez.
Adam bunları söyleyince hemen çekip gitti. Bende şaşkın bu menhus ormandan çıkıp sabahki köye geldim. Arabaya atlayıp sürdüm, birkaç defa da kendimi kaybettim galiba, yuvarlanmadığıma hala şaşıyorum. Görüyorsun bitkinliğimi.
Hiçbir şey yemeden külçe gibi yattı, üzerini bile ben örttüm.
Üç gün bundan hiç bahsetmedik. Üçüncü gün gülerek artık başına gelene üzülmediğini bunun az kimseye nasip olan hoş bir macera olduğunu söyledi. Doğrusu muhayyilesinin bir yaratma kabiliyetini kıskanmıyor değildim. Beşinci gün dayanamadım. Bir bahaneyle yola çıktım bahsettiği ormanı kolayca buldum. Meşhur düzlüğe çıkıp ağaçları şöyle bir aralayınca gördüğüm manzaradan hayretler içinde kaldım. Doğrusu Laurent benimle bir güzel alay etmişti. Öyle ya sarmaşıklı ev hatta köpek karşımdaydı. Kızgın ilerledim içerden, tarif ettiği kadın çıktı. Ellerini önlüğüne kurularken;
- Siz geçen gece burada yatan mösyönün arkadaşı mısınız yoksa? diye sordu.
- Başımla tasdik ettim. Bu sırada kapı yavaşça açıldı. Laurent’in bahsettiği güzel varlıkta çıktı karşıma. Bu oydu muhakkak ama sarı saç yerine kızıl saç, masum, güzel gözler yerine, patlak, kırmızı bebekleri, deli gözü gibi oynayan gözler… Ağzının kenarlarında da salyalar… garip sesler çıkartarak bağırmağa da başlayınca kadın hemen yakalayıp içeri girdi. Ben şaşırmış kalmıştım. Biraz sonra kadın tekrar çıktı. Özür diler gibi:
- Yeğenim, dedi. Doğuştan böyle. Bugün üstündeler yine benden başkası zapt edemez. Bir yere giderken kitlerim, o zaman köpek bekler. Bize bir şey yapmaz ama başkasına zararlı. Ya beyin cüzdanı. Pencerenin altında bulup saklamıştım. Onu eline geçirmiş yok oldu. Her yeri aradım, tek ümidim kendisini ara sıra - - Küfürlü Kelime Sansür Edildi - Egzotik Forum BOT - - ürdüğüm yanmış ev harabesiydi, oraya atmış olabilirdi. Hemen baktım yok.. yok…
- Üzülmeyin, dedim. Ben size arkadaşımın cüzdanı bulduğunu söylemeye geldim.
- Bulmuş mu? Yıkık yerde mi? Ama nasıl?
- Evet orada tesadüfen bulmuş.
- Yeğenimden korkmuş olmalı… ama ben baktığımda sakin uyuyordu. Pencereden niye kaçtı ki?…
- Bakmayın ona yapar ara sıra böyle şeyler, o da biraz kaçıktır.
Böyle söyleyerek uğradığım hayal kırıklığının intikamını biraz olsun almış oldum.
Gidince ona hakikati anlatmaya dilim varmadı. Madem ki hayal gördüğüne inanıyordu. Varsın masaldakilere benzeyen güzel kızı ihtiyar acuzeyi ve yanan küçük evi düşünsün dursun. Ne çıkar sanki…