Sumru Yavrucuk: Hayatı değiştirmek sizin elinizde Tiyatronun klasikleşmiş metinlerinden, sinemaya da uyarlanan Willy Russell imzalı ‘Shirley Valentine’ı bu yaz Sumru Yavrucuk’tan izleyeceğiz.
Tebdil-i Mekân Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı olan oyun, potansiyelini mutfağa hapsetmiş bir kadının özgürleşme hikâyesini, Shirley’nin yönetmeni ve oyuncusu Sumru Yavrucuk’tan dinledik.
Yazın topluluklar paydos eder, siz yazlık mekânlarda yeni bir oyun açıyorsunuz. Nasıl gelişti fikir?
Planımız ocak-şubat gibi prömiyer yapmaktı ama hayatlarımızın akışı içinde değişiklikler bizi prömiyer tarihi olarak düşündüğümüz günlerde ancak provaya başlayabilme aşamasına getirdi. Ya yazın başlayacak ya da sezona bırakacaktık. Duyduğumuz heyecan bize oyuna küçük bir yaz turnesiyle başlama kararını aldırdı. Eski yazlık sinemalar gibi, tiyatroların çıktığı yaz turneleri gibi bir anlamda nostaljik bu yolculuğa kalkıştık hevesle. Ekimde İstanbul’da başlamadan, 8-10 temsillik yaz turnemize 26 Haziran’da Gümüşlük Akademisi’nde başladık.
Shirley ile uzun bir mesainiz olmuştur. Sumru’yla Shirley iyi anlaştı mı?
Bayağı uzun bir mesaimiz oldu. Birçok anı keşiflerle dolu ve samimiydi. Shirley naif, içten, çok maskesiz, iyi bir kadın... Fedakâr, azla çok mutlu olan, şaşırtıcı derecede komik, zeki... Hem kendisiyle hem yaşadıklarıyla öyle güzel eğleniyor ki... Onu sevmemek imkânsızdı. Annemizden, arkadaşımızdan, hayatımızdaki birilerinden mutlaka tanıdığımız biri. Basit ve basit olduğu kadar gerçek bir kadın. Gittiği yol, cesareti, aldığı risk, bu riski almaya kalıplarına rağmen gönüllü olmasını çok beğeniyorum. Mecburiyetten katlanmak kesinlikle değil; iyi anlaşmanın ötesinde Shirley ile Sumru’nun ilişkisi...
HAYATINIZA DAİR KARARLARIN TEK YETKİLİSİ SİZSİNİZ!
Sizi en son ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’de, öncesinde ‘Yalnız Kadın’da izledik. Şu ara tek kişilik oyunlar seçmenizin sebebi nedir?
Üst üste tek kişilik oyunlar oynadığım için öyle teklifler geliyor sanırım, gönlüm düşünce bir metne, role; oynuyorum ben de. Birçok karakteri aynı oyunda oynamak oyuncu için çok iştah kabartıcı ama ille de tek kişilik oyunlar oynayayım derdinde değilim. Tek kişilik oyunların en büyük konforu istediğim kadar prova yapabilmek. Kalabalık kadrolu ekiplerde prova sürecinde oyuncuların programlarını örtüştürememe durumu olabiliyor. Türkiye’de özel tiyatro yapıyorsan büyük prodüksiyon yapma şansın zaten yok; prodüksiyonu kısmen kolay oyun peşine düşüyorsun mecburen.
Bizde sinemada da tiyatroda da orta yaş üstü kadın öyküsü pek yoktur. Shirley bu kuşaktan... Oyun bu anlamda sizin için nasıl bir yerde?
Oyun bir kadının çoktan ardında bıraktığını düşündüğü umutlarına, küçük düşlerine yeniden kavuşması hikâyesi. Özgürleşme, hayatının, hatta ruhunun zincirlerinden kendi eliyle kurtulması hikâyesi, bu nedenle çok özel. Özelliği bir noktada sıradanlığında... Olağandışı bir dizi olay bir araya gelip de değiştirmiyor hayatını. Basit bir karar alıyor ve hayatı değişiyor. Çünkü değişmesini istiyor ve daha önce gitmediği bir yöne küçük bir adım atıyor. Bu karar domino etkisi gibi değiştiriyor hayatını. Oyun diyor ki: “Her şey sadece sizin elinizde! Hayatınıza dair kararların tek yetkilisi sizsiniz ve hayattaki birçok şey ona nasıl, nereden baktığınızla ilgili.” Şöyle bir repliği var: “Bundan sonra ne yazık ki 42 yaşındayım diyeceğime, henüz 42 yaşındayım diyeceğim.” Çok net anlatıyor demek istediğimi. Hikâyesine “Bu bir kadın oyunudur” diye bakmıyorum. Oyun; hayatının ve toplumun dayattığı kalıplar içine sıkışmış, mutsuz rutinini mecbur olduğunu zannettiği dogmaları içinde sürdüren bir bireyin o döngüden kurtulma hikâyesi...
Oyunun hem yönetmeni hem tek oyuncususunuz. Oyuncu-yönetmen kimliklerinizin/görevlerinizin çakıştığı oluyor mu? Nasıl bir çalışma süreci yürütüyorsunuz?
Yönetmen ve oyuncu kimliklerim çakışıyor ve hatta çatışıyor kimi zaman. Yönetmen de olunca sıra oynamaya gelene kadar halletmen gereken bir ton iş var. Evde rolümü düşüneyim, sahnede provamı yapayım, sonra bir kahve içip rahatlayayım diyemiyorsun. Aklında soru işaretleri, yeni fikirler ve zihninden geçen yüzlerce olasılık arasında süregiden bir savaş var adeta. Ne zaman oynayacağım, ne zaman kostüm değişikliklerim için zaman tutacağım diye panik oluyorum. Provalarda video kayıtları alıyoruz bazen, onları izliyorum. Kimi zaman yönetmene, kimi zaman oyuncuya dışarıdan bakmaya çalışıyorum. Bu yönetmen-oyuncu çatışması arasında olan Sumru’ya oluyor... En zavallı o. Yönetmen oyuncuyu, oyuncu yönetmeni didikliyor, Sumru da ikisini uzlaştıracağım diye perişan oluyor arada.
Tebdil-i Mekân Prodüksiyon Tiyatrosu yapımı olan oyun, potansiyelini mutfağa hapsetmiş bir kadının özgürleşme hikâyesini, Shirley’nin yönetmeni ve oyuncusu Sumru Yavrucuk’tan dinledik.
Yazın topluluklar paydos eder, siz yazlık mekânlarda yeni bir oyun açıyorsunuz. Nasıl gelişti fikir?
Planımız ocak-şubat gibi prömiyer yapmaktı ama hayatlarımızın akışı içinde değişiklikler bizi prömiyer tarihi olarak düşündüğümüz günlerde ancak provaya başlayabilme aşamasına getirdi. Ya yazın başlayacak ya da sezona bırakacaktık. Duyduğumuz heyecan bize oyuna küçük bir yaz turnesiyle başlama kararını aldırdı. Eski yazlık sinemalar gibi, tiyatroların çıktığı yaz turneleri gibi bir anlamda nostaljik bu yolculuğa kalkıştık hevesle. Ekimde İstanbul’da başlamadan, 8-10 temsillik yaz turnemize 26 Haziran’da Gümüşlük Akademisi’nde başladık.
Shirley ile uzun bir mesainiz olmuştur. Sumru’yla Shirley iyi anlaştı mı?
Bayağı uzun bir mesaimiz oldu. Birçok anı keşiflerle dolu ve samimiydi. Shirley naif, içten, çok maskesiz, iyi bir kadın... Fedakâr, azla çok mutlu olan, şaşırtıcı derecede komik, zeki... Hem kendisiyle hem yaşadıklarıyla öyle güzel eğleniyor ki... Onu sevmemek imkânsızdı. Annemizden, arkadaşımızdan, hayatımızdaki birilerinden mutlaka tanıdığımız biri. Basit ve basit olduğu kadar gerçek bir kadın. Gittiği yol, cesareti, aldığı risk, bu riski almaya kalıplarına rağmen gönüllü olmasını çok beğeniyorum. Mecburiyetten katlanmak kesinlikle değil; iyi anlaşmanın ötesinde Shirley ile Sumru’nun ilişkisi...
HAYATINIZA DAİR KARARLARIN TEK YETKİLİSİ SİZSİNİZ!
Sizi en son ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’de, öncesinde ‘Yalnız Kadın’da izledik. Şu ara tek kişilik oyunlar seçmenizin sebebi nedir?
Üst üste tek kişilik oyunlar oynadığım için öyle teklifler geliyor sanırım, gönlüm düşünce bir metne, role; oynuyorum ben de. Birçok karakteri aynı oyunda oynamak oyuncu için çok iştah kabartıcı ama ille de tek kişilik oyunlar oynayayım derdinde değilim. Tek kişilik oyunların en büyük konforu istediğim kadar prova yapabilmek. Kalabalık kadrolu ekiplerde prova sürecinde oyuncuların programlarını örtüştürememe durumu olabiliyor. Türkiye’de özel tiyatro yapıyorsan büyük prodüksiyon yapma şansın zaten yok; prodüksiyonu kısmen kolay oyun peşine düşüyorsun mecburen.
Bizde sinemada da tiyatroda da orta yaş üstü kadın öyküsü pek yoktur. Shirley bu kuşaktan... Oyun bu anlamda sizin için nasıl bir yerde?
Oyun bir kadının çoktan ardında bıraktığını düşündüğü umutlarına, küçük düşlerine yeniden kavuşması hikâyesi. Özgürleşme, hayatının, hatta ruhunun zincirlerinden kendi eliyle kurtulması hikâyesi, bu nedenle çok özel. Özelliği bir noktada sıradanlığında... Olağandışı bir dizi olay bir araya gelip de değiştirmiyor hayatını. Basit bir karar alıyor ve hayatı değişiyor. Çünkü değişmesini istiyor ve daha önce gitmediği bir yöne küçük bir adım atıyor. Bu karar domino etkisi gibi değiştiriyor hayatını. Oyun diyor ki: “Her şey sadece sizin elinizde! Hayatınıza dair kararların tek yetkilisi sizsiniz ve hayattaki birçok şey ona nasıl, nereden baktığınızla ilgili.” Şöyle bir repliği var: “Bundan sonra ne yazık ki 42 yaşındayım diyeceğime, henüz 42 yaşındayım diyeceğim.” Çok net anlatıyor demek istediğimi. Hikâyesine “Bu bir kadın oyunudur” diye bakmıyorum. Oyun; hayatının ve toplumun dayattığı kalıplar içine sıkışmış, mutsuz rutinini mecbur olduğunu zannettiği dogmaları içinde sürdüren bir bireyin o döngüden kurtulma hikâyesi...
Oyunun hem yönetmeni hem tek oyuncususunuz. Oyuncu-yönetmen kimliklerinizin/görevlerinizin çakıştığı oluyor mu? Nasıl bir çalışma süreci yürütüyorsunuz?
Yönetmen ve oyuncu kimliklerim çakışıyor ve hatta çatışıyor kimi zaman. Yönetmen de olunca sıra oynamaya gelene kadar halletmen gereken bir ton iş var. Evde rolümü düşüneyim, sahnede provamı yapayım, sonra bir kahve içip rahatlayayım diyemiyorsun. Aklında soru işaretleri, yeni fikirler ve zihninden geçen yüzlerce olasılık arasında süregiden bir savaş var adeta. Ne zaman oynayacağım, ne zaman kostüm değişikliklerim için zaman tutacağım diye panik oluyorum. Provalarda video kayıtları alıyoruz bazen, onları izliyorum. Kimi zaman yönetmene, kimi zaman oyuncuya dışarıdan bakmaya çalışıyorum. Bu yönetmen-oyuncu çatışması arasında olan Sumru’ya oluyor... En zavallı o. Yönetmen oyuncuyu, oyuncu yönetmeni didikliyor, Sumru da ikisini uzlaştıracağım diye perişan oluyor arada.