Aylık kültür sanat dergisi Kultura’ya röportaj veren sanatçı Onur Akın; medya, sanat ve telif hakları konularında da ilginç açıklamalar yaptı.
Onur Akın, dönemine tanıklık etmeyen, çağını anlamayan ve anlatmayan, sorgulamayan, hayata eleştirel bakmayan, aynı zamanda üretmeyen insanın sanatçı olamayacağını söyledi. Aylık kültür sanat dergisi Kultura’ya röportaj veren sanatçı; medya, sanat ve telif hakları konularında da ilginç açıklamalar yaptı.
Müzik hayatınızı, çok bilinmesine rağmen kısaca anlatır mısınız?
Her şey çocukluğumda başladı. Babam köy enstitüsü çıkışlı bir öğretmendi. Mandolin çalardı ve müzik derslerini mandolinle verirdi. Bir ağabeyim müzik öğretmeni ve solistti. Eline hangi enstrümanı verseniz çalardı. Diğer ağabeylerim de öyle, müziğe aşina insanlardı. Çokça sazın çalındığı ve çokça şarkının türkünün söylendiği bir aile ortamında büyüdüm. Altı erkek kardeşin de en küçüğüydüm. İlkokulda mandolin çalarak başlayan serüvenim, ağabeyimin bağlamasını önce kırarak sonra çalarak devam etti. O gün bugün saz çalıp, şarkılar ve türküler söylüyorum.
Peki profesyonel müzik hayatınız ne zaman başladı?
Profesyonellikten kastınız yaptığınız işten para kazanmaksa lise yıllarında başladı. Tanınmış tanınmamış birçok sanatçıya bağlamamla eşlik ettim. Müziğin icra edildiği her ortamda bağlama çaldım. Fakat benim müzik hayatımdaki kırılma noktası üniversite 1. sınıfta bestecilik yanımın açığa çıkmasıdır.
Bestecilik yeteneğiniz müzik hayatınıza nasıl bir yön verdi?
Sanat hayatı öykünmeyle başlar. Mutlaka örnek aldığınız rol modelleriniz olur. Ben de sol kökenli bir aileden gelen müzisyen olarak ozanlar geleneğini ve onların çağdaş yorumlarını çok yakınen takip ettim, dinledim ve biriktirdim. Kimler derseniz; Aşık Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş, Ruhi Su, Zülfü Livaneli, Cem Karaca ve Edip Akbayram gibi. Ama besteci olarak beni en çok etkileyen gençlik yıllarımda Zülfü Livaneli olmuştur. Ayrıca 1985’li yıllar Ahmet Kaya’nın da çıktığı ve ortalığı kasıp kavurduğu yıllardı. 18 yaşında bir genç olarak hepsinin karışımı bir tarzla, üniversite kahvemizin ocakçısı Aşık Garibi’nin toplumsal içerikli şiirlerini besteleyerek başladım. Bu yaptığım amatör besteler, üniversite gençliği içerisinde ses getirince, tanınmış usta şairlerin şiirlerini bestelemekle devam ettim. Zaman içerisinde kendi müzikal kimliğimi ve tarzımı yarattım. İlki 1989’da Grup Baran’la olmak üzere bu zamana kadar 16 albüm ve dört yüze yakın beste yaptım.
Bu geçen yıllar size bir toplumsal misyon da yükledi. Bunu sanatçının tanımıyla da birleştirirsek ne dersiniz?
Sanatçının birçok tanımı var. Ama en bilinen tanımlardan birisi; sanatçı çağına tanıklık eden, dönemine dair ürün veren, belge bırakan insandır. Aynı zamanda zeka oynaklığını uğraş verdiği sanat alanında kullanan insandır. Bu sanatçı tanımlarından yola çıkarsak, dönemine tanıklık etmeyen, çağını anlamayan ve anlatmayan, sorgulamayan, hayata eleştirel bakmayan ve üretmeyen insan sanatçı değildir. Sanatçı kavramı, günümüz popüler kültürünün içinde boşaltılmış olsa da, bu tanımı hak eden ve bu misyonu yerine getiren yüz akımız sanatçılarımız da olmuştur her sanat dalında. Benim de örnek aldığım insanlar bu misyonu taşıyan ve bu nosyona sahip sanatçılar oldu. Müziğe ve sanata popüler kültürün dayatmalarının hep dışında baktım. Ve bu topluma, bu topraklara, binlerce yıllık bu kültüre layık olmaya çalışıyorum. Sanatçı mıyım değil miyim buna zaman ve tarih karar verecek.
Bir gazetecilik mezunu sanatçı olarak medyayla ilişkiniz nasıl oldu?
Yaptığım iş kitle iletişimin bir parçası. Ben de insanların yüreklerine, beyinlerine ve hayatlarına iz bırakmaya çalışarak, müziğimle geniş kitlelerle iletişim kuruyorum. Onlara şiir gibi bir hayatın, daha güzel bir dünyanın düşünü kurdurmaya çalışıyorum. Gazeteci de olsam aynı şeyi yapardım fakat şundan çok eminim ki; yaşadığımız süreçte işsiz gazeteciler ordusunun bir mensubu olurdum. Benim şansım eğitimini aldığım gazeteciliğin yanında çocukluğumdan beri ruhuma işlemiş müzik gibi bir dostumun oluşuydu. Şu ortamda onuruyla gazetecilik yapanlara da selam olsun. Tarih onları da yazıyor.
Toplumun magazin gazeteciliği algısı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Magazin; hayatın renkli yüzüdür. Toplumun büyük bir kısmı bir şekilde öne çıkmış insanların özel hayatlarını da merak eder. Bu ihtiyacı magazin gazeteciliği karşılar. Burada sorun, magazin basının özel hayatımıza ne kadar girip girmeyeceği konusudur. Sizin istediğiniz ve belirlediğiniz sınırlar içerisinde sunulan magazin anlayışında bir sorun yoktur. Fakat günümüzdeki magazin anlayışı; medyanın ve popüler kültürün dayattığı paparazziciliğin ötesine geçemiyor. Bu da çoğu zaman özel hayatlara tecavüz ve saygısızlık yaratıyor ki ben buna karşıyım. Eğer hayatın her hangi bir alanında sizi popüler kılan üretiminiz sağlam değilse magazin sizi bir süre taşır sonra bırakır. Yani magazinle gelen magazinle gider.
Son albümünüz “Kanatlarında Kaldı Bahar” çokça beğenildi. Diğer albümlerinizden farkı nedir?
Aslına bakarsanız 30 yıldır süre gelen Onur Akın çizgisinin bir devamı diyebiliriz. Fakat her albümde ve her yeni beste de söylediğim gibi bu albümde de dinleyicilerimi, müziğin ayak basılmamış yepyeni kıyılarına çıkartıyorum. Yepyeni şiirlerle, yepyeni rüzgarlarla ve yepyeni yelkenlilerle.
Altı yıldır Müyorbir yönetim kurulu üyesisiniz. Müzik sektörünün ve telif haklarının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hayata bakışımdaki en kutsal değer, emeğe saygı olmuştur. Ben yıllar önce demiştim ki; yüreklerinizin maden ocaklarında kömür çıkartan bir maden işçisiyim. Hayat ısınsın diye. Yani bir maden işçisi, bir fırın emekçisi, bir postacı, bir terzi, bir gazeteci hayatı bir yerinden tutup nasıl paylaşıyorsa, onların da hayatlarını güzelleştiren, çok önemli bir emekçidir müzisyenler. Bütün emekçilerin haklarına nasıl saygılıysak, müzik emekçilerinin haklarına da o kadar saygılı olmalıyız. Müzik olmazsa hayat buz keser. O yüzden müziğimi çal, emeğimi çalma diyoruz Müyorbir olarak.