Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, NTV canlı yayınında Funda Görey'in gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin tartışılmalar konusunda, nasıl bir yöntem izleneceği ve hangi dosyaların Meclis gündemine getirileceğinin sorulması üzerine Kurtulmuş, bunun parlamentonun vazifesi olduğunu söyledi.
Kurtulmuş, dokunulmazlık meselesinin anayasa tarafından parlamentoya, demokratik teamülleri ve demokrasiyi korumak için verilmiş olan bir imkan olduğunu söyledi. Dokunulmazlıklar meselesini, bir siyaset aracı olarak görmemek gerektiğine vurgulayan Kurtulmuş, "Biz asla böyle görmeyiz. Geçmiş dönemlerde Türkiye'de bu anlamda yanlış uygulamalar oldu. Bir anlamda siyasetin aracı olarak, siyasette güç elde etmek için ya da rakip siyasi partilerin gücünü azaltmak için kullanılacak bir mekanizma olarak asla görmeyiz. Ama dokunulmazlıklar, parlamentonun gücünü korumak, parlamentonun demokratik seviyesini korumak bakımından geliştirilmiş olan bir araçtır" diye konuştu.
Parlamentoda her fikrin olması gerektiğini, kimsenin fikrini açıklamasına asla karşı olmayacaklarını vurgulayan Kurtulmuş, "Ama doğrudan doğruya terörün içerisinde yer alan, terörle ilişki içerisinde olan, terörü ciddi bir şekilde siyasi araç olarak kullanan kişiler hakkında da parlamento bu anlamda kendisini koruyacak bir mekanizma geliştirsin" dedi.
Kurtulmuş, dokunulmazlıkların kaldırılması konusunun AK Parti'nin tek başına vereceği bir karar olmadığını aktararak, parlamentoya verilen imkanın nasıl kullanılacağının, ilgili komisyondaki dosyalar üzerinde gerçekleştirilecek çalışma sonucunda karar verileceğini ifade etti.
Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda hangi kriterin ele alınacağı sorusuna Kurtulmuş, "Bu, önemli bir mesele. Ayaküstü konuşulacak, ya da 'bunu yaparsak siyaseten kazanırız, şunu yaparsak kaybederiz' gibi konuşulacak bir konu değildir. Bu, Türkiye demokrasisinin korunmasını sağlayacak olan bir iştir. Bunun için de hem Meclis grubumuzla hem parti içerisinde de hem de ilgili komisyondaki arkadaşlarla bunlar oturulur uzun uzun konuşulur. Burada Türkiye'nin hayrına olan ne ise ona karar verilir. Dolayısıyla burada hissi davranmak asla söz konusu olmaz. Türkiye'nin hayrına olacak, demokrasiyi koruyacak adımlar atılır" değerlendirmesinde bulundu.
HDP, CHP ve MHP'nin dokunulmazlık konusundaki tavırlarının aktarılmasının ardından sorulan, "Bütün partilerin bu konuda birlikte hareket etmesini bir sorumluluk paylaşımı olarak mı görüyorsunuz" sorusuna Kurtulmuş, doğrusunun da bu olacağını çünkü bu konuların hassas olduğunu vurguladı.
"Bu tür adımların siyasi sonuçları da var" diyen Kurtulmuş, dolayısıyla burada hareket ederken bütün partilerin nasıl hareket edeceği, ortak sorumluluğa nasıl katkıda bulunacaklarını görmek istediklerini söyledi.
Kurtulmuş, bu meselenin, iktidarın, yürütmenin bir meselesi olmadığını, bunun parlamentoyu ilgilendiren bir süreç olduğunu belirterek, "Aynen bir yasama süreciymiş gibi bunu görmek lazım. Ama bu da asla parlamentodaki partilerin, bu meseleyi siyasi bir manivela aracı olarak görmemesinin daha doğru olduğu kanaatindeyim. Bu, Türkiye demokrasinin korunmasıyla ilgili bir imkandır. Bu imkan nasıl kullanılır, ne şekilde kullanılır, kararını Meclis verecek. Bütün partiler de bu anlamda pozisyonlarını çok net bir şekilde ortaya koymalıdırlar" açıklamasında bulundu.
"1994'e döneriz endişesi ve Batı'ya nasıl anlatırız eğer dokunulmazlıklar kalkarsa. Bunlara katılır mısınız " şeklindeki soru üzerine Kurtulmuş, şöyle dedi:
"Burada onun için çok hassas davranmak lazım. Türkiye'de demokrasinin daha iyi işlemesi için doğru olan ne ise onun ortaya konulması lazım. Burada her birimizin kişisel görüşleri farklı olabilir. Ama sonuç itibarıyla biz doğru adımları ortaya koyarsak bu zaten anlatılır. Zaten batı demokrasilerinde de teröre alenen destek veren, fiziki destek verenler parlamentonun içinde yer alamaz. Böyle bir şey olmaz. Dolayısıyla buradaki ölçü, 'birilerine nasıl anlatırız'dan daha ziyade, doğru olan nedir onu ortaya koymamız lazım. Ama Türkiye'nin geçmiş uygulamaları da gösterdi ki dokunulmazlıkları siyasi olarak kullandığımız zaman, bunun da doğru bir sonuç vermediği ortaya çıktı. Parlamentodan atılan çok sayıda milletvekili oldu. Hatta son derece kötü görüntülerle parlamentodan atılan milletvekilleri oldu. Kim, hangi niyetle bu milletvekillerini parlamentodan attıysa onların da siyasi niyetlerine hizmet etmedi bu durum. Siyasi endişeyle bu adımları atmanın doğru olmadığı, eğer doğru bir karar alınıp, bu karar parlamentodaki komisyonlardan geçip uygulanacaksa bunun da en iyi şekilde anlatılabileceği kanaatindeyim."
"BU ANAYASAYI YAPMAKTAN KİM KAÇARSA BU MİLLET ONU GÖRÜR"
Kurtulmuş, yeni anayasa çalışmaları konusunda AK Parti ve hükümetin çalışmalarına yönelik soruya cevap verirken, Türkiye'de artık daha fazla gecikmeden sivil, demokratik, katılımcı bir anayasa yazmanın siyasetin boynunun borcu olduğunu belirtti.
"Daha bu tartışmanın başında, 'Benim kırmızı çizgim bu. Bu varsa var, şu olursa olmaz' derse, böyle bir müzakere olmaz zaten. Millet bir tek çizgi çekmiştir anayasa konusunda, bu 1982 anayasası Türkiye'ye artık dar geliyor" diyen Kurtulmuş, hiç kimsenin peşinen "Benim söylediğim şu konu olursa olur ya da sizin söylediğiniz şu konu olursa ben olmam" denilemeyeceğini ifade etti. Bu tutumun adının da "Anayasa kaçkınlığı" olacağını söyleyen Kurtulmuş, "Bu anayasayı yapmaktan kim kaçarsa bu millet onu görür" dedi.
"Türkiye'ye vize serbestliği haziran ayında gelecek mi" sorusuna Kurtulmuş, "Ümit ederim. Avrupa Birliğinin bu anlamda bizden beklediği müzakereler çok olumlu bir şekilde seyrediyor. Atılması gereken adımlar var. Bunların bir kısmı atıldı, bazı değişiklikler yapıldı" yanıtını verdi.
Bununla ilgili reform adımlarının bir kısmını da hazirana kadar geçireceklerini belirten Kurtulmuş, bu tarih geldiğinde, Türkiye'nin serbest dolaşım hakkını kazanacağını ifade etti.
"Yasalar çıkmadan önce, Başbakan Davutoğlu'nun destek anlamında muhalefet partileriyle bir görüşmesi olabilir mi" sorusuna Kurtulmuş, "Her düzeyde olabilir, Meclis grup yöneticileri anlamında da olabilir, ilgili bakan arkadaşlar da görüşebilir, Sayın Başbakan da görüşebilir. Bu nihayetinde açık bir demokratik süreçtir. Tabii ki bütün muhalefet partilerinin desteklerini isteriz" karşılığını verdi.
"Alevilerle ilgili yapılacak düzenleme kapsamında, 'cemevi' ifadesinin yasal mevzuata girmesi konusu ne aşamada" sorusu üzerine Kurtulmuş, "Bunlar son noktaya doğru geliyor. Önemli bir müktesebat var. Sayın Faruk Çelik'in ilgili bakanlığı sırasında başlamış olan çok sayıda çalıştay yapılmış. Orada ortaya çıkan bir müktesebat, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri var. Çeşitli toplantılar var. Bu, Türkiye'nin hassas konularından birisi" dedi.
Türkiye'de herkesin kendi inancını, inancından doğan geleneklerini rahat bir şekilde yaşayabilmesi gerektiğinin vurgulayan Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Cemevlerinin yasal statülerini kaybetmesiyle ilgili esas mesele, Alevi Bektaşi dergahlarının kapanmasıyla başlayan süreçtir. Bu da devrim yasalarının bir parçasıdır. En başından itibaren kurumsal olarak kaybedilmiş olan bir yapının, günün ihtiyaçları çerçevesinde yeniden hayata geçirilmesini konuşuyoruz. Teolojik belki çok farklı bir tartışma yok ama sonuç itibarıyla siyaset, sosyolojik gerekler bakımından çok farklı ihtiyaçlar ortaya çıkmış. Şehirlerde önemli Alevi toplulukları oluşmaya, şehir hayatının içerisinde o eski cemevi ya da köy odalarındaki cemevleri şeklindeki yapı değişmeye, ihtiyaçlar çeşitlenmeye başlamış. Dolayısıyla buradaki esas şey devletin 'bu inanç şöyledir' diyerek tanımlaması değil, kendisini bu inancın içerisinde, İslam inancının bir parçası olarak gören Alevi Bektaşi geleneği içerisinde kendisini tanımlandıran kardeşlerimizin, yurttaşlarımızın kendisini nasıl ifade ettiğidir, ihtiyaçlarını nasıl gördüğüdür."
Aleviliğin aynı Sünnilik gibi Türkiye çoğunluğunu oluşturan meselelerden olduğunu, İslam inancının içerisinde bulunduğunu ifade eden Kurtulmuş, Alevilerin de aynı diğer yurttaşlar gibi bu vatanın, toprağın asli unsurları olduğuna dikkati çekti.
"YAPISAL BOŞLUK OLSAYDI OPERASYON YAPILAMAZDI"
Alevi Bektaşi kimliğini taşıyan, bu toplulukları temsil edenlerin görüşlerinin çok önemli olduğunu belirten Kurtulmuş, "Orada da çok farklılıklar var. Bir noktaya doğru geliyor. İnşallah bu anlamda cemevlerinin yasal statü kazanması bakımından ilgili adımların atılacağı noktaya doğru geliyoruz" dedi.
"Terör operasyonlarına katılan askerlere yasal zırh verilmesi" şeklindeki tartışmaların hatırlatılması üzerine Kurtulmuş, "Son dönemde terörle mücadelede bu kadar başarılı bir sonuç alınmasının en temel nedeni, askerin, polisin, sivil otoriteyle birlikte son derece iyi koordine edilmiş bir faaliyet içinde olmasıdır. Belki son 25-30 senedir bu kadar ciddi bir koordinasyon sağlanamamıştı. Bütün operasyonların hepsi, mevcut yasalar çerçevesinde yapılmıştır ve bu operasyonların yapılmasında hiçbir yasal boşluk yoktur" yanıtını verdi.
İlgili valinin organizasyonu, talebi çerçevesinde, askeri birliklerin şehirlerin içerisinde konuşlandırıldığını ve operasyonlarda başarılı bir şekilde yer aldığını dile getiren Kurtulmuş, bu sürecin başarısını "asker-sivil" koordinasyonuna bağladı. Kurtulmuş, herhangi bir yasal boşluğun bulunmadığını bildirdi.
"Yasal bir hazırlık yok mu operasyona katılanlar için" sorusu üzerine Kurtulmuş, "Yapısal bir boşluk olsaydı zaten bu operasyonlar yapılamazdı. Şu anda yapılan bir çalışma olmadığını ifade ediyorum. Sonuç itibarıyla alandaki çalışma koordinasyon içerisinde sürdürüldü" diye konuştu.
''AYM'YE BİREYSEL BAŞVURU HAKKINI AK PARTİ VERDİ"
Kurtulmuş, "Anayasa Mahkemesinin (AYM) Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile ilgili gerekçeli kararına ilişkin hükümet tarafından gelen eleştiriler ve AYM'ye bireysel başvuruların sınırlanması yönünde hazırlık olup olmadığı" yönündeki soruya, Anayasa Mahkemesi kararları üzerinde tartışılmasının bile Türkiye'nin gerçekten bir hukuk devleti olduğunu ortaya koyan bir mesele olduğunu belirtti.
Hükümet ile Anayasa Mahkemesinin görüşleri arasında bir fark olmasının yasama, yürütme ve yargının birbirinden ne kadar ayrı çalıştığının açık bir ispatı olduğunu belirten Kurtulmuş, "Bazıları Sayın Cumhurbaşkanımızın mesele hakkında görüşlerini ifade etmesini, hükümet yetkililerinin mesele hakkında görüşlerini ifade etmesini 'nerden çıkıyor diye' değerlendirdiler" dedi.
AYM'ye bireysel başvuru hakkını verenin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olduğu dönemdeki AK Parti iktidarı olduğunu hatırlatan Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu sürede Anayasa Mahkemesi görüşünü ifade etmiştir. Ondan önce, Anayasa Mahkemesi kararını ortaya koymadan evvel, hiçbir siyasiden bu dosyayla ilgili hiçbir görüş belirtilmemiştir. Ne Cumhurbaşkanımız ne bir başka siyasi yetkili. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararlarını etki altına alacak hiçbir söz söylenmemiştir. Karar açıklandıktan sonra Anayasa Mahkemesinin, bu tabii ki bir mahkeme kararı vermiyor, sadece bir tedbir, AK Parti hükümetinin insan haklarının ihlali olmasın bakımından, telafisi imkansız zararlar ortaya çıkmasın diye almış olduğu bir uygulamayı yerine getiriyor ve tutuksuz yargılanmalarıyla ilgili bir karar veriyor. Aslında bu bir dosya incelemesi değil. Burada bizim temel itirazımız bu."
"AYM, YETKİLERİNİN SINIRLARI DIŞINDA HAREKET ETTİ"
Kurtulmuş, bireysel başvurunun, AYM'ye "esas hakkında bir karar verme" hakkı tanımadığını belirterek, şu ifadeleri kullandı:
"Burada Anayasa Mahkemesi, keşke gerekçeli kararında esasa ilişkin hiç yorum yapmasaydı. 'Bunlar tanınmış kişilerdir, bunların tutuksuz yargılanmaları usule daha uygun olabilir' dese bunu anlarsınız. Ama esasa uygun bir mütalaa yaparsa Anayasa Mahkemesi, bu doğrudan doğruya birinci derece mahkemenin kararına müdahaledir, biz ona karşı çıkarız. Ama esas tartışmamız gereken mesele bu kadar açık bir hukuk meselesinin Türkiye'de siyasi bir tartışma konusu haline getirilmesidir. Siyasi tartışma konusu haline getirilmesine gerek yok.Anayasa Mahkemesi, burada öyle görünüyor ki yetkilerinin sınırları dışında hareket etmiştir. Bunu da eleştirmek herkesin hakkıdır. Bu anlamda herkes kendi kişisel eleştiri hakkını kullanarak buna karşı görüşlerini dile getiriyor. 'Efendim nasıl konuşursunuz, olur mu, Anayasa Mahkemesini eleştirilemez' diyemez kimse."
Bireysel başvuruların sınırlanmasıyla ilgili düzenleme olup olmadığı yönündeki soruya ise Kurtulmuş, "Bu konuluşur. Bu tür konular konuşulur. Uzun müzakere edilir. Çünkü her yasanın bir de etkisi var. Bunların etki analizlerinin yapılıp, 'Benim aklıma böyle geldi, bunu bu şekilde yapalım' değil, bu şekilde olmaz. Bu etki analizleri ortaya konulur, eğer uygulamada faydalı olacağı anlaşılır, bu konuda belli bir konsensüs oluşursa böyle bir yasa hazırlığına gidilir" dedi.
''EKMEK, SU KADAR İHTİYAÇ''
AK Parti'nin yeni anayasa çalışmalarında bundan sonraki yol haritasının sorulması üzerine Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, yeni anayasa yapımının su, ekmek kadar ihtiyaç olduğunu belirterek, bunun artık ertelenemeyeceğini ifade etti.
Kurtulmuş, "Biz 4 yıl daha önümüzde anayasa yapacağız diye bekleyemeyiz, ipe un serilmesine müsaade edemeyiz. Belli bir süre otururuz, çalışırız uzlaşmaya samimiyetle gayret ederiz. Uzlaştık ne ala, uzlaşamazsak biz AK Parti olarak anayasa teklifimizi Meclis'e sunarız. Bu, Meclis'te 367'yi bulursa kabul edilmiş olur, bulmazsa 337'yi bulur, millete gideriz. Dolayısıyla sürekli olarak anayasa meselesini konuşan, tartışan ama adım atamayan bir Türkiye görüntüsü içerisinde kalmamız doğru bir görüntü değildir" diye konuştu.
"Referandum için gerekli sayıyı nasıl bulmayı hedefliyorsunuz " sorusu üzerine Kurtulmuş, şu yanıtı verdi:
"Bu nihayetinde hiçbir partinin grup kararı almadan yürütülecek açık bir süreçtir. Ben diğer partilerin içerisinden de özgürlükçü, demokratik, sivil, katılımcı bir anayasaya oy alınabileceği kanaatindeyim. İnşallah parlamentoda 330 ya da 367 bulunur ve bu süreç tamamlanmış olur diye düşünüyoruz. Sonuçta, nihayetinde kararı verecek millettir. Bu süreci tıkamadan bu yolun önünü açmak ve bu yolun önünü açtıktan sonra da millet ne karar veriyorsa, ona uymak siyasetin vazifesidir."
"İYİ NİYETLİ BİR YAKLAŞIM DEĞİLDİR"
Referandum için gerekli oya ulaşılamaması durumunda ne yapılacağı, yeni anayasa konusunun gündemden kaldırılıp kaldırılmayacağı sorulan Kurtulmuş, "Türkiye yeni sivil, demokratik, katılımcı bir anayasa yapmadığı sürece, bu tartışma hiçbir zaman Türkiye'nin gündeminden kalkmayacak" diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, bunun sadece soyut bir siyasi tartışma olmadığını belirterek, birçok sorunun çözümünün bu konuyla bağlantısı bulunduğunu kaydetti.
Bu nedenle Türkiye'nin yeni bir anayasa yapma sorumluluğundan kaçamayacağını ifade eden Kurtulmuş, "Tehir edebilir, şimdiye kadar tehir ettiği gibi. Ama bu yolun artık sonudur. En son noktada işin sahibi millettir, sonuçta bir şekilde millete gidilir ve millet kararını verir" dedi.
Anayasa çalışmalarının sonuç vermemesi durumunda, darbe mevzuatının ayıklanması için çalışmaların başlatılıp başlatılmayacağının sorulması üzerine de Kurtulmuş, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Adı üzerinde ana yasa. Yani bütün antidemokratik, darbeci mevzuatın anası burası. Çünkü birçok yasalar anayasaya atıflarla var. Yasal hiyerarşi aşağı doğru iniyor. Ücra noktada bile, İmar Yasası'nda bile bir sürü antidemokratik şeyler var. Hükümetin tek başına kaldıracağı işler var ama sonuçta anayasayı siz esas, sistemi oluşturan ana çerçeveyi, o paradigmayı bir türlü değiştirmediğiniz sürece aşağıdakini değiştirseniz ne olur, değiştirmeseniz ne olur Eş zamanlı olarak zaten bunlar yapılabilir. Hatta iki ayrı komisyon şeklinde çalışmalarla bunlar yürütülebilir. Ama 'anayasadan vazgeçelim, diğer antidemokratik yasaları temizleyelim' demek, 'Antidemokratik yasanın en büyük çerçevesi olan ana çerçevesi burada kalsın ama içinde ufak tefek teferruatta değişiklik yapalım' demektir ki doğru bir yol değildir, iyi niyetli bir yaklaşım değildir."
"KİMSEDEN DE PARA İSTEMEDİK"
AB ile yapılan sığınmacı zirvesi ve Türkiye'nin ortaya koyduğu yeni perspektife ilişkin bazı Avrupalı ülkelerdeki tepkilere değinilerek, "Türkiye, mültecilerin durumunu bir şantaj malzemesi olarak kullanmakla suçlanıyor. Ne dersiniz bu suçlamalara " sorusu üzerine Kurtulmuş, "Aylan bebeğin fotoğrafı Avrupa basınında yayımlanana kadar, Avrupa basını mülteci krizi var mı, yok mu bunun bile farkında değildi. Avrupa'daki siyaset yapıcıların çoğu da bunun farkında değildi" karşılığını verdi.
Türkiye'nin mülteci meselesiyle 2011'den beri ilgilendiğini, 3 milyona yakın mülteciyle karşı karşıya olduğunu ve 9 milyar doların üzeride harcama yaptığını vurgulayan Kurtulmuş, Türkiye'nin bütünüyle bir seferberlik halinde bu işi çözmeye çalıştığını bildirdi.
Türkiye'ye bu konuya ilişkin topu topu 453 milyon dolar geldiğini anlatan Kurtulmuş, açıklamalarını şöyle sürdürdü:
"Kimseden de para istemedik, kimseye de 'Aman bize 3 milyar dolar verin' demiş değiliz. Bunun bir kere tespit edilmesi lazım. Hiç kimse destek olmasa bile Türkiye, kendi imkanlarıyla bu sorunla mücadele etmeye devam edecek. Çünkü Türkiye mülteci meselesini bir insani kriz olarak görmektedir. Maalesef Avrupa ve batıdaki siyaset yapıcıların, kamuoyunu oluşturanların büyük bir kısmı ise bu meseleyi bir şark sorunu, bir doğu meselesi olarak kabul etmektedir. Temel yaklaşım farklılığımız burada. Baktılar ki bu çok büyük bir mesele, Avrupa'yı zorlayan bir mesele... Çok net söylüyorum, mülteciler meselesi bundan sonra Avrupa Birliği'nin beka meselesidir. Avrupa Birliği çok kültürlülüğü, çok etnik yapılı olmayı, farklı dinden insanlarla bir arada yaşamayı başarabilecek mi, başaramayacak mı Avrupa Birliği kendisini tehdit eden en somut insani sorunla mücadele edebilmeyi başarabilecek mi, başaramayacak mı?"
"BU ŞANTAJ MESELESİ DEĞİL"
Almanya'nın bu konuda yalnız kalıp kalmadığı sorulan Kurtulmuş, Almanya'nın tehlikenin boyutlarını gördüğünü, bununla ilgili liderlik aldığını ve dünya genelindekiçatışmalara, işgallere, gelir dağılımı adaletsizliklerine, açlıklara dikkati çekerek, "Kapınızı kapatsanız pencerenizden girerler" sözünü hatırlattı.
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, şu görüşlerini paylaştı:
"Ben hatta biraz abartılı söylüyorum, Avrupa bütün sınırlarını çelikten duvarlarla örse, hatta çelikten bir gök kubbe de koysa bu mülteciler, dünyadaki bu savaşlar, çatışmalar, açlıklar, kıtlıklar devam ettiği sürece Avrupa'yı birinci derecede tehdit edecek. Bu insani bir şey. Iraklı bir aile, hiç gözümden gitmiyor adamın ağlayışları, bir adam bir botun içerisinde 9 aile ferdini kaybetti, sadece kendisi hayatta kaldı. Bu hangi durumdur ki o insanı, çoluk çocuğunu hepsini bir botun içerisine koyarak o Ege'nin, Akdeniz'in ölüm sularına doğru iten Yarım bardak su bulmak için, yarım dilim ekmek yemek için o insanlar oraya gitti. Bu durumu devam ettirdiğiniz sürece bu baskı devam edecek. Türkiye çok etkin bir şekilde mücadele ediyor. Yasa dışı göçü artık terör suçu haline getireceğiz. Her yerde emniyet kuvvetlerimiz yasa dışı göçmen organizatörlerini yakalıyor. 4 binin üzerinde insan bu anlamda yakalanmış, gözaltına alınmış, bunun 2 bine yakını tutuklanmış. Bu kadar etkin bir mücadele veriyorsunuz ama bu tek başına Türkiye'nin başa çıkacağı bir şey değil. Dolayısıyla burada Merkel hakikaten kendi menfaatleri bakımından da doğru bir liderlik alıyor ve diyor ki 'Biz de Avrupa olarak bu sorunun çözümüne katkıda bulunalım.' Bu şantaj meselesi değil. Türkiye ilan etsin, desin ki 'Ben bütün kapılarımı kapattım, benden artık hiçbir kimse doğudan, güneyden gelip geçmeyecek' dese bile bu insanlar hayatta kalmak, yarım bardak temiz su, yarım dilim ekmek için batıyı zorlayacaklar."
"UNHCR SADECE BİR OFİS GİBİ ÇALIŞIYOR PARASI YOK, PULU YOK"
Bunu görmeden, siyaset yapılamayacağını kaydeden Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Herkes Türkiye'ye teşekkür ediyor, Türkiye'yi tebrik ediyor. Türkiye, insani yardımlar açısından gayri safi milli hasılası bakımından dünya birincisi olan bir ülke.Ama bu kadar bize 'Aferin' diyenler sadece localarından seyrediyorlar. BM'nin Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) var. Gelin, bütün ülkeler gayri safi milli hasılaları oranında burayı fonlasın böylece mekanizması olan, UNHCR sadece bir ofis gibi çalışıyor parası yok, pulu yok, mülteci meselesine çözüm getiremiyor.Burada yeterli finansal destekleri verelim, dünya ölçeğindeki bütün küresel mültecilerin en azından belli bir süre sorunlarını çözecek imkanlara kavuşturalım. Bunu söylediğimiz zaman hepsi kaçarlar, hiçbirisi böyle bir çözüme gelmez. Çünkü bizim için bu bir insanlık sorunudur. Bizim için Ruanda'daki göçmen de insanlık sorunudur, Suriyeli göçmen de insanlık sorunudur, Iraklı Ezidi de insanlık sorunudur, onların hepsine elimizi, yurdumuzu açarız. Ama maalesef birçoğu için bu sadece 'uzaktaki, işe yaramaz, geri kalmış o doğu toplumlarının kendi iç sorunlarıdır, bir şark meselesidir'.
Dolayısıyla burada Merkel'in bu görüşü değiştirebilecek bir perspektif ortaya koyması önemli bir liderliktir. Ümit ederim ki Avrupa'yı etkiler. Avrupa'da baştan beri bu noktada insani çözümleri düşünen siyasetçileri ve kanaat önderlerini bir tarafa bırakarak, onları tenzih ederek söylüyorum ve bu batı kamuoyunda sadece bir şark meselesi olmanın çok ötesinde önce batıyı ilgilendiren, önce Avrupa kıtasını ilgilendiren bir insani sorun olarak görülmeye başlar."
Bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin tartışılmalar konusunda, nasıl bir yöntem izleneceği ve hangi dosyaların Meclis gündemine getirileceğinin sorulması üzerine Kurtulmuş, bunun parlamentonun vazifesi olduğunu söyledi.
Kurtulmuş, dokunulmazlık meselesinin anayasa tarafından parlamentoya, demokratik teamülleri ve demokrasiyi korumak için verilmiş olan bir imkan olduğunu söyledi. Dokunulmazlıklar meselesini, bir siyaset aracı olarak görmemek gerektiğine vurgulayan Kurtulmuş, "Biz asla böyle görmeyiz. Geçmiş dönemlerde Türkiye'de bu anlamda yanlış uygulamalar oldu. Bir anlamda siyasetin aracı olarak, siyasette güç elde etmek için ya da rakip siyasi partilerin gücünü azaltmak için kullanılacak bir mekanizma olarak asla görmeyiz. Ama dokunulmazlıklar, parlamentonun gücünü korumak, parlamentonun demokratik seviyesini korumak bakımından geliştirilmiş olan bir araçtır" diye konuştu.
Parlamentoda her fikrin olması gerektiğini, kimsenin fikrini açıklamasına asla karşı olmayacaklarını vurgulayan Kurtulmuş, "Ama doğrudan doğruya terörün içerisinde yer alan, terörle ilişki içerisinde olan, terörü ciddi bir şekilde siyasi araç olarak kullanan kişiler hakkında da parlamento bu anlamda kendisini koruyacak bir mekanizma geliştirsin" dedi.
Kurtulmuş, dokunulmazlıkların kaldırılması konusunun AK Parti'nin tek başına vereceği bir karar olmadığını aktararak, parlamentoya verilen imkanın nasıl kullanılacağının, ilgili komisyondaki dosyalar üzerinde gerçekleştirilecek çalışma sonucunda karar verileceğini ifade etti.
Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda hangi kriterin ele alınacağı sorusuna Kurtulmuş, "Bu, önemli bir mesele. Ayaküstü konuşulacak, ya da 'bunu yaparsak siyaseten kazanırız, şunu yaparsak kaybederiz' gibi konuşulacak bir konu değildir. Bu, Türkiye demokrasisinin korunmasını sağlayacak olan bir iştir. Bunun için de hem Meclis grubumuzla hem parti içerisinde de hem de ilgili komisyondaki arkadaşlarla bunlar oturulur uzun uzun konuşulur. Burada Türkiye'nin hayrına olan ne ise ona karar verilir. Dolayısıyla burada hissi davranmak asla söz konusu olmaz. Türkiye'nin hayrına olacak, demokrasiyi koruyacak adımlar atılır" değerlendirmesinde bulundu.
HDP, CHP ve MHP'nin dokunulmazlık konusundaki tavırlarının aktarılmasının ardından sorulan, "Bütün partilerin bu konuda birlikte hareket etmesini bir sorumluluk paylaşımı olarak mı görüyorsunuz" sorusuna Kurtulmuş, doğrusunun da bu olacağını çünkü bu konuların hassas olduğunu vurguladı.
"Bu tür adımların siyasi sonuçları da var" diyen Kurtulmuş, dolayısıyla burada hareket ederken bütün partilerin nasıl hareket edeceği, ortak sorumluluğa nasıl katkıda bulunacaklarını görmek istediklerini söyledi.
Kurtulmuş, bu meselenin, iktidarın, yürütmenin bir meselesi olmadığını, bunun parlamentoyu ilgilendiren bir süreç olduğunu belirterek, "Aynen bir yasama süreciymiş gibi bunu görmek lazım. Ama bu da asla parlamentodaki partilerin, bu meseleyi siyasi bir manivela aracı olarak görmemesinin daha doğru olduğu kanaatindeyim. Bu, Türkiye demokrasinin korunmasıyla ilgili bir imkandır. Bu imkan nasıl kullanılır, ne şekilde kullanılır, kararını Meclis verecek. Bütün partiler de bu anlamda pozisyonlarını çok net bir şekilde ortaya koymalıdırlar" açıklamasında bulundu.
"1994'e döneriz endişesi ve Batı'ya nasıl anlatırız eğer dokunulmazlıklar kalkarsa. Bunlara katılır mısınız " şeklindeki soru üzerine Kurtulmuş, şöyle dedi:
"Burada onun için çok hassas davranmak lazım. Türkiye'de demokrasinin daha iyi işlemesi için doğru olan ne ise onun ortaya konulması lazım. Burada her birimizin kişisel görüşleri farklı olabilir. Ama sonuç itibarıyla biz doğru adımları ortaya koyarsak bu zaten anlatılır. Zaten batı demokrasilerinde de teröre alenen destek veren, fiziki destek verenler parlamentonun içinde yer alamaz. Böyle bir şey olmaz. Dolayısıyla buradaki ölçü, 'birilerine nasıl anlatırız'dan daha ziyade, doğru olan nedir onu ortaya koymamız lazım. Ama Türkiye'nin geçmiş uygulamaları da gösterdi ki dokunulmazlıkları siyasi olarak kullandığımız zaman, bunun da doğru bir sonuç vermediği ortaya çıktı. Parlamentodan atılan çok sayıda milletvekili oldu. Hatta son derece kötü görüntülerle parlamentodan atılan milletvekilleri oldu. Kim, hangi niyetle bu milletvekillerini parlamentodan attıysa onların da siyasi niyetlerine hizmet etmedi bu durum. Siyasi endişeyle bu adımları atmanın doğru olmadığı, eğer doğru bir karar alınıp, bu karar parlamentodaki komisyonlardan geçip uygulanacaksa bunun da en iyi şekilde anlatılabileceği kanaatindeyim."
"BU ANAYASAYI YAPMAKTAN KİM KAÇARSA BU MİLLET ONU GÖRÜR"
Kurtulmuş, yeni anayasa çalışmaları konusunda AK Parti ve hükümetin çalışmalarına yönelik soruya cevap verirken, Türkiye'de artık daha fazla gecikmeden sivil, demokratik, katılımcı bir anayasa yazmanın siyasetin boynunun borcu olduğunu belirtti.
"Daha bu tartışmanın başında, 'Benim kırmızı çizgim bu. Bu varsa var, şu olursa olmaz' derse, böyle bir müzakere olmaz zaten. Millet bir tek çizgi çekmiştir anayasa konusunda, bu 1982 anayasası Türkiye'ye artık dar geliyor" diyen Kurtulmuş, hiç kimsenin peşinen "Benim söylediğim şu konu olursa olur ya da sizin söylediğiniz şu konu olursa ben olmam" denilemeyeceğini ifade etti. Bu tutumun adının da "Anayasa kaçkınlığı" olacağını söyleyen Kurtulmuş, "Bu anayasayı yapmaktan kim kaçarsa bu millet onu görür" dedi.
"Türkiye'ye vize serbestliği haziran ayında gelecek mi" sorusuna Kurtulmuş, "Ümit ederim. Avrupa Birliğinin bu anlamda bizden beklediği müzakereler çok olumlu bir şekilde seyrediyor. Atılması gereken adımlar var. Bunların bir kısmı atıldı, bazı değişiklikler yapıldı" yanıtını verdi.
Bununla ilgili reform adımlarının bir kısmını da hazirana kadar geçireceklerini belirten Kurtulmuş, bu tarih geldiğinde, Türkiye'nin serbest dolaşım hakkını kazanacağını ifade etti.
"Yasalar çıkmadan önce, Başbakan Davutoğlu'nun destek anlamında muhalefet partileriyle bir görüşmesi olabilir mi" sorusuna Kurtulmuş, "Her düzeyde olabilir, Meclis grup yöneticileri anlamında da olabilir, ilgili bakan arkadaşlar da görüşebilir, Sayın Başbakan da görüşebilir. Bu nihayetinde açık bir demokratik süreçtir. Tabii ki bütün muhalefet partilerinin desteklerini isteriz" karşılığını verdi.
"Alevilerle ilgili yapılacak düzenleme kapsamında, 'cemevi' ifadesinin yasal mevzuata girmesi konusu ne aşamada" sorusu üzerine Kurtulmuş, "Bunlar son noktaya doğru geliyor. Önemli bir müktesebat var. Sayın Faruk Çelik'in ilgili bakanlığı sırasında başlamış olan çok sayıda çalıştay yapılmış. Orada ortaya çıkan bir müktesebat, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri var. Çeşitli toplantılar var. Bu, Türkiye'nin hassas konularından birisi" dedi.
Türkiye'de herkesin kendi inancını, inancından doğan geleneklerini rahat bir şekilde yaşayabilmesi gerektiğinin vurgulayan Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Cemevlerinin yasal statülerini kaybetmesiyle ilgili esas mesele, Alevi Bektaşi dergahlarının kapanmasıyla başlayan süreçtir. Bu da devrim yasalarının bir parçasıdır. En başından itibaren kurumsal olarak kaybedilmiş olan bir yapının, günün ihtiyaçları çerçevesinde yeniden hayata geçirilmesini konuşuyoruz. Teolojik belki çok farklı bir tartışma yok ama sonuç itibarıyla siyaset, sosyolojik gerekler bakımından çok farklı ihtiyaçlar ortaya çıkmış. Şehirlerde önemli Alevi toplulukları oluşmaya, şehir hayatının içerisinde o eski cemevi ya da köy odalarındaki cemevleri şeklindeki yapı değişmeye, ihtiyaçlar çeşitlenmeye başlamış. Dolayısıyla buradaki esas şey devletin 'bu inanç şöyledir' diyerek tanımlaması değil, kendisini bu inancın içerisinde, İslam inancının bir parçası olarak gören Alevi Bektaşi geleneği içerisinde kendisini tanımlandıran kardeşlerimizin, yurttaşlarımızın kendisini nasıl ifade ettiğidir, ihtiyaçlarını nasıl gördüğüdür."
Aleviliğin aynı Sünnilik gibi Türkiye çoğunluğunu oluşturan meselelerden olduğunu, İslam inancının içerisinde bulunduğunu ifade eden Kurtulmuş, Alevilerin de aynı diğer yurttaşlar gibi bu vatanın, toprağın asli unsurları olduğuna dikkati çekti.
"YAPISAL BOŞLUK OLSAYDI OPERASYON YAPILAMAZDI"
Alevi Bektaşi kimliğini taşıyan, bu toplulukları temsil edenlerin görüşlerinin çok önemli olduğunu belirten Kurtulmuş, "Orada da çok farklılıklar var. Bir noktaya doğru geliyor. İnşallah bu anlamda cemevlerinin yasal statü kazanması bakımından ilgili adımların atılacağı noktaya doğru geliyoruz" dedi.
"Terör operasyonlarına katılan askerlere yasal zırh verilmesi" şeklindeki tartışmaların hatırlatılması üzerine Kurtulmuş, "Son dönemde terörle mücadelede bu kadar başarılı bir sonuç alınmasının en temel nedeni, askerin, polisin, sivil otoriteyle birlikte son derece iyi koordine edilmiş bir faaliyet içinde olmasıdır. Belki son 25-30 senedir bu kadar ciddi bir koordinasyon sağlanamamıştı. Bütün operasyonların hepsi, mevcut yasalar çerçevesinde yapılmıştır ve bu operasyonların yapılmasında hiçbir yasal boşluk yoktur" yanıtını verdi.
İlgili valinin organizasyonu, talebi çerçevesinde, askeri birliklerin şehirlerin içerisinde konuşlandırıldığını ve operasyonlarda başarılı bir şekilde yer aldığını dile getiren Kurtulmuş, bu sürecin başarısını "asker-sivil" koordinasyonuna bağladı. Kurtulmuş, herhangi bir yasal boşluğun bulunmadığını bildirdi.
"Yasal bir hazırlık yok mu operasyona katılanlar için" sorusu üzerine Kurtulmuş, "Yapısal bir boşluk olsaydı zaten bu operasyonlar yapılamazdı. Şu anda yapılan bir çalışma olmadığını ifade ediyorum. Sonuç itibarıyla alandaki çalışma koordinasyon içerisinde sürdürüldü" diye konuştu.
''AYM'YE BİREYSEL BAŞVURU HAKKINI AK PARTİ VERDİ"
Kurtulmuş, "Anayasa Mahkemesinin (AYM) Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile ilgili gerekçeli kararına ilişkin hükümet tarafından gelen eleştiriler ve AYM'ye bireysel başvuruların sınırlanması yönünde hazırlık olup olmadığı" yönündeki soruya, Anayasa Mahkemesi kararları üzerinde tartışılmasının bile Türkiye'nin gerçekten bir hukuk devleti olduğunu ortaya koyan bir mesele olduğunu belirtti.
Hükümet ile Anayasa Mahkemesinin görüşleri arasında bir fark olmasının yasama, yürütme ve yargının birbirinden ne kadar ayrı çalıştığının açık bir ispatı olduğunu belirten Kurtulmuş, "Bazıları Sayın Cumhurbaşkanımızın mesele hakkında görüşlerini ifade etmesini, hükümet yetkililerinin mesele hakkında görüşlerini ifade etmesini 'nerden çıkıyor diye' değerlendirdiler" dedi.
AYM'ye bireysel başvuru hakkını verenin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olduğu dönemdeki AK Parti iktidarı olduğunu hatırlatan Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu sürede Anayasa Mahkemesi görüşünü ifade etmiştir. Ondan önce, Anayasa Mahkemesi kararını ortaya koymadan evvel, hiçbir siyasiden bu dosyayla ilgili hiçbir görüş belirtilmemiştir. Ne Cumhurbaşkanımız ne bir başka siyasi yetkili. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararlarını etki altına alacak hiçbir söz söylenmemiştir. Karar açıklandıktan sonra Anayasa Mahkemesinin, bu tabii ki bir mahkeme kararı vermiyor, sadece bir tedbir, AK Parti hükümetinin insan haklarının ihlali olmasın bakımından, telafisi imkansız zararlar ortaya çıkmasın diye almış olduğu bir uygulamayı yerine getiriyor ve tutuksuz yargılanmalarıyla ilgili bir karar veriyor. Aslında bu bir dosya incelemesi değil. Burada bizim temel itirazımız bu."
"AYM, YETKİLERİNİN SINIRLARI DIŞINDA HAREKET ETTİ"
Kurtulmuş, bireysel başvurunun, AYM'ye "esas hakkında bir karar verme" hakkı tanımadığını belirterek, şu ifadeleri kullandı:
"Burada Anayasa Mahkemesi, keşke gerekçeli kararında esasa ilişkin hiç yorum yapmasaydı. 'Bunlar tanınmış kişilerdir, bunların tutuksuz yargılanmaları usule daha uygun olabilir' dese bunu anlarsınız. Ama esasa uygun bir mütalaa yaparsa Anayasa Mahkemesi, bu doğrudan doğruya birinci derece mahkemenin kararına müdahaledir, biz ona karşı çıkarız. Ama esas tartışmamız gereken mesele bu kadar açık bir hukuk meselesinin Türkiye'de siyasi bir tartışma konusu haline getirilmesidir. Siyasi tartışma konusu haline getirilmesine gerek yok.Anayasa Mahkemesi, burada öyle görünüyor ki yetkilerinin sınırları dışında hareket etmiştir. Bunu da eleştirmek herkesin hakkıdır. Bu anlamda herkes kendi kişisel eleştiri hakkını kullanarak buna karşı görüşlerini dile getiriyor. 'Efendim nasıl konuşursunuz, olur mu, Anayasa Mahkemesini eleştirilemez' diyemez kimse."
Bireysel başvuruların sınırlanmasıyla ilgili düzenleme olup olmadığı yönündeki soruya ise Kurtulmuş, "Bu konuluşur. Bu tür konular konuşulur. Uzun müzakere edilir. Çünkü her yasanın bir de etkisi var. Bunların etki analizlerinin yapılıp, 'Benim aklıma böyle geldi, bunu bu şekilde yapalım' değil, bu şekilde olmaz. Bu etki analizleri ortaya konulur, eğer uygulamada faydalı olacağı anlaşılır, bu konuda belli bir konsensüs oluşursa böyle bir yasa hazırlığına gidilir" dedi.
''EKMEK, SU KADAR İHTİYAÇ''
AK Parti'nin yeni anayasa çalışmalarında bundan sonraki yol haritasının sorulması üzerine Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, yeni anayasa yapımının su, ekmek kadar ihtiyaç olduğunu belirterek, bunun artık ertelenemeyeceğini ifade etti.
Kurtulmuş, "Biz 4 yıl daha önümüzde anayasa yapacağız diye bekleyemeyiz, ipe un serilmesine müsaade edemeyiz. Belli bir süre otururuz, çalışırız uzlaşmaya samimiyetle gayret ederiz. Uzlaştık ne ala, uzlaşamazsak biz AK Parti olarak anayasa teklifimizi Meclis'e sunarız. Bu, Meclis'te 367'yi bulursa kabul edilmiş olur, bulmazsa 337'yi bulur, millete gideriz. Dolayısıyla sürekli olarak anayasa meselesini konuşan, tartışan ama adım atamayan bir Türkiye görüntüsü içerisinde kalmamız doğru bir görüntü değildir" diye konuştu.
"Referandum için gerekli sayıyı nasıl bulmayı hedefliyorsunuz " sorusu üzerine Kurtulmuş, şu yanıtı verdi:
"Bu nihayetinde hiçbir partinin grup kararı almadan yürütülecek açık bir süreçtir. Ben diğer partilerin içerisinden de özgürlükçü, demokratik, sivil, katılımcı bir anayasaya oy alınabileceği kanaatindeyim. İnşallah parlamentoda 330 ya da 367 bulunur ve bu süreç tamamlanmış olur diye düşünüyoruz. Sonuçta, nihayetinde kararı verecek millettir. Bu süreci tıkamadan bu yolun önünü açmak ve bu yolun önünü açtıktan sonra da millet ne karar veriyorsa, ona uymak siyasetin vazifesidir."
"İYİ NİYETLİ BİR YAKLAŞIM DEĞİLDİR"
Referandum için gerekli oya ulaşılamaması durumunda ne yapılacağı, yeni anayasa konusunun gündemden kaldırılıp kaldırılmayacağı sorulan Kurtulmuş, "Türkiye yeni sivil, demokratik, katılımcı bir anayasa yapmadığı sürece, bu tartışma hiçbir zaman Türkiye'nin gündeminden kalkmayacak" diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, bunun sadece soyut bir siyasi tartışma olmadığını belirterek, birçok sorunun çözümünün bu konuyla bağlantısı bulunduğunu kaydetti.
Bu nedenle Türkiye'nin yeni bir anayasa yapma sorumluluğundan kaçamayacağını ifade eden Kurtulmuş, "Tehir edebilir, şimdiye kadar tehir ettiği gibi. Ama bu yolun artık sonudur. En son noktada işin sahibi millettir, sonuçta bir şekilde millete gidilir ve millet kararını verir" dedi.
Anayasa çalışmalarının sonuç vermemesi durumunda, darbe mevzuatının ayıklanması için çalışmaların başlatılıp başlatılmayacağının sorulması üzerine de Kurtulmuş, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Adı üzerinde ana yasa. Yani bütün antidemokratik, darbeci mevzuatın anası burası. Çünkü birçok yasalar anayasaya atıflarla var. Yasal hiyerarşi aşağı doğru iniyor. Ücra noktada bile, İmar Yasası'nda bile bir sürü antidemokratik şeyler var. Hükümetin tek başına kaldıracağı işler var ama sonuçta anayasayı siz esas, sistemi oluşturan ana çerçeveyi, o paradigmayı bir türlü değiştirmediğiniz sürece aşağıdakini değiştirseniz ne olur, değiştirmeseniz ne olur Eş zamanlı olarak zaten bunlar yapılabilir. Hatta iki ayrı komisyon şeklinde çalışmalarla bunlar yürütülebilir. Ama 'anayasadan vazgeçelim, diğer antidemokratik yasaları temizleyelim' demek, 'Antidemokratik yasanın en büyük çerçevesi olan ana çerçevesi burada kalsın ama içinde ufak tefek teferruatta değişiklik yapalım' demektir ki doğru bir yol değildir, iyi niyetli bir yaklaşım değildir."
"KİMSEDEN DE PARA İSTEMEDİK"
AB ile yapılan sığınmacı zirvesi ve Türkiye'nin ortaya koyduğu yeni perspektife ilişkin bazı Avrupalı ülkelerdeki tepkilere değinilerek, "Türkiye, mültecilerin durumunu bir şantaj malzemesi olarak kullanmakla suçlanıyor. Ne dersiniz bu suçlamalara " sorusu üzerine Kurtulmuş, "Aylan bebeğin fotoğrafı Avrupa basınında yayımlanana kadar, Avrupa basını mülteci krizi var mı, yok mu bunun bile farkında değildi. Avrupa'daki siyaset yapıcıların çoğu da bunun farkında değildi" karşılığını verdi.
Türkiye'nin mülteci meselesiyle 2011'den beri ilgilendiğini, 3 milyona yakın mülteciyle karşı karşıya olduğunu ve 9 milyar doların üzeride harcama yaptığını vurgulayan Kurtulmuş, Türkiye'nin bütünüyle bir seferberlik halinde bu işi çözmeye çalıştığını bildirdi.
Türkiye'ye bu konuya ilişkin topu topu 453 milyon dolar geldiğini anlatan Kurtulmuş, açıklamalarını şöyle sürdürdü:
"Kimseden de para istemedik, kimseye de 'Aman bize 3 milyar dolar verin' demiş değiliz. Bunun bir kere tespit edilmesi lazım. Hiç kimse destek olmasa bile Türkiye, kendi imkanlarıyla bu sorunla mücadele etmeye devam edecek. Çünkü Türkiye mülteci meselesini bir insani kriz olarak görmektedir. Maalesef Avrupa ve batıdaki siyaset yapıcıların, kamuoyunu oluşturanların büyük bir kısmı ise bu meseleyi bir şark sorunu, bir doğu meselesi olarak kabul etmektedir. Temel yaklaşım farklılığımız burada. Baktılar ki bu çok büyük bir mesele, Avrupa'yı zorlayan bir mesele... Çok net söylüyorum, mülteciler meselesi bundan sonra Avrupa Birliği'nin beka meselesidir. Avrupa Birliği çok kültürlülüğü, çok etnik yapılı olmayı, farklı dinden insanlarla bir arada yaşamayı başarabilecek mi, başaramayacak mı Avrupa Birliği kendisini tehdit eden en somut insani sorunla mücadele edebilmeyi başarabilecek mi, başaramayacak mı?"
"BU ŞANTAJ MESELESİ DEĞİL"
Almanya'nın bu konuda yalnız kalıp kalmadığı sorulan Kurtulmuş, Almanya'nın tehlikenin boyutlarını gördüğünü, bununla ilgili liderlik aldığını ve dünya genelindekiçatışmalara, işgallere, gelir dağılımı adaletsizliklerine, açlıklara dikkati çekerek, "Kapınızı kapatsanız pencerenizden girerler" sözünü hatırlattı.
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, şu görüşlerini paylaştı:
"Ben hatta biraz abartılı söylüyorum, Avrupa bütün sınırlarını çelikten duvarlarla örse, hatta çelikten bir gök kubbe de koysa bu mülteciler, dünyadaki bu savaşlar, çatışmalar, açlıklar, kıtlıklar devam ettiği sürece Avrupa'yı birinci derecede tehdit edecek. Bu insani bir şey. Iraklı bir aile, hiç gözümden gitmiyor adamın ağlayışları, bir adam bir botun içerisinde 9 aile ferdini kaybetti, sadece kendisi hayatta kaldı. Bu hangi durumdur ki o insanı, çoluk çocuğunu hepsini bir botun içerisine koyarak o Ege'nin, Akdeniz'in ölüm sularına doğru iten Yarım bardak su bulmak için, yarım dilim ekmek yemek için o insanlar oraya gitti. Bu durumu devam ettirdiğiniz sürece bu baskı devam edecek. Türkiye çok etkin bir şekilde mücadele ediyor. Yasa dışı göçü artık terör suçu haline getireceğiz. Her yerde emniyet kuvvetlerimiz yasa dışı göçmen organizatörlerini yakalıyor. 4 binin üzerinde insan bu anlamda yakalanmış, gözaltına alınmış, bunun 2 bine yakını tutuklanmış. Bu kadar etkin bir mücadele veriyorsunuz ama bu tek başına Türkiye'nin başa çıkacağı bir şey değil. Dolayısıyla burada Merkel hakikaten kendi menfaatleri bakımından da doğru bir liderlik alıyor ve diyor ki 'Biz de Avrupa olarak bu sorunun çözümüne katkıda bulunalım.' Bu şantaj meselesi değil. Türkiye ilan etsin, desin ki 'Ben bütün kapılarımı kapattım, benden artık hiçbir kimse doğudan, güneyden gelip geçmeyecek' dese bile bu insanlar hayatta kalmak, yarım bardak temiz su, yarım dilim ekmek için batıyı zorlayacaklar."
"UNHCR SADECE BİR OFİS GİBİ ÇALIŞIYOR PARASI YOK, PULU YOK"
Bunu görmeden, siyaset yapılamayacağını kaydeden Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Herkes Türkiye'ye teşekkür ediyor, Türkiye'yi tebrik ediyor. Türkiye, insani yardımlar açısından gayri safi milli hasılası bakımından dünya birincisi olan bir ülke.Ama bu kadar bize 'Aferin' diyenler sadece localarından seyrediyorlar. BM'nin Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) var. Gelin, bütün ülkeler gayri safi milli hasılaları oranında burayı fonlasın böylece mekanizması olan, UNHCR sadece bir ofis gibi çalışıyor parası yok, pulu yok, mülteci meselesine çözüm getiremiyor.Burada yeterli finansal destekleri verelim, dünya ölçeğindeki bütün küresel mültecilerin en azından belli bir süre sorunlarını çözecek imkanlara kavuşturalım. Bunu söylediğimiz zaman hepsi kaçarlar, hiçbirisi böyle bir çözüme gelmez. Çünkü bizim için bu bir insanlık sorunudur. Bizim için Ruanda'daki göçmen de insanlık sorunudur, Suriyeli göçmen de insanlık sorunudur, Iraklı Ezidi de insanlık sorunudur, onların hepsine elimizi, yurdumuzu açarız. Ama maalesef birçoğu için bu sadece 'uzaktaki, işe yaramaz, geri kalmış o doğu toplumlarının kendi iç sorunlarıdır, bir şark meselesidir'.
Dolayısıyla burada Merkel'in bu görüşü değiştirebilecek bir perspektif ortaya koyması önemli bir liderliktir. Ümit ederim ki Avrupa'yı etkiler. Avrupa'da baştan beri bu noktada insani çözümleri düşünen siyasetçileri ve kanaat önderlerini bir tarafa bırakarak, onları tenzih ederek söylüyorum ve bu batı kamuoyunda sadece bir şark meselesi olmanın çok ötesinde önce batıyı ilgilendiren, önce Avrupa kıtasını ilgilendiren bir insani sorun olarak görülmeye başlar."