Sinirleri yoktu. Kızmıyordu. Gerilimsizdi.
Anlatılanları dikkatle dinliyordu. Yorum yapmadan önce mutlaka bir ‘s’ veriyordu. Düşünüyordu ve bir defada cevaplıyordu. Keskindi.
Çok eğlenceliydi. Gülüyordu rahatça. Anlatımlarının içinde mizah olması gereken kıvamdaydı. Sıkmıyordu.
Kılıçdaroğlu ile İzmir’e uçuyorum.
2009 yapımı TC-DAK Cessna Citation XLS+ uçağındaydı.
Türk Hava Kurumu’ndan kiralanmıştı. Yan yana oturduk.
Tam zamanında kalktık. Planlanan her şeye Kemal Kılıçdaroğlu birebir uyuyordu. Kalkışta kısa türbülanslar yaşadık. Kaptanlar doğru tırmanışı sürdürürken sordum: ‘Uçmaktan korkuyor musunuz?’
‘Hiç korkmadım. Bir defasında bir Almanya uçuşu sırasında çok ciddi bir türbülans yaşadık. Uçağın içi karmakarışık oldu. Ağlayanların sesleri yankılanıyordu. Çok ağır bir türbülanstı. Ben de sanırım buraya kadar dedim. İçimde öyle bir duygu hakim oldu ama sonra geçti. Hiç korkmuyorum. Biniyorum ve uçuyorum’
Düz uçuşa geçmiştik. Kemal bey kurallara uygun kemerleri bağlı oturuyordu. Kabin memuru bir küçük tabak bisküvi getirdi. Bir kaçı kakaoluydu. Bir fincan da çay. Masanın üzerinde sadece bunlar vardı. Bir iki tane yedi, çayını bitirdi.
‘Çiftçileri desteklerken, mazot fiyatlarını düşürüp sabitlemeyi hedeflerken arkasında daha nasıl bir projeksiyon var?’ diye sordum.
‘Türkiye’yi bir Hollanda modeli gibi düşünüyorum. Hem sanayi, hem tarım ülkesi. Elbette çiftçiyi desteklerken ardından tarımdaki sudan yerli tohuma kadar her şeyi düşünüyoruz. Bir ekip çalışması yaptık. Hedefler koyduk, hesabımızı kitabımızı yaptık. Böyle olunca da bizden beklentiler yükseldi. Biz bu yükselişle Türkiye’yi çok yükseklere taşımayı hedefliyoruz.’
Uçakta kurmaylarından Selin Sayek Böke ile Genel Sekreter Gürsel Tekin de vardı. Gürsel Tekin, zaman zaman iPad’e gelen akışları gösteriyordu. Hepsini konuşmalarına ara verip dikkatle inceliyordu. Bir ara Tekin bir belgeyi sordu. Bir bakışta sahte olduğunu söyledi. Sahteliği belgedeki ‘arz ederim’ kelimesinden, absürt üst vurgusundan yakalamıştı.
Emekliye vaatleri, işsizlik, birbiri ardına sıraladığı slogan başlıkların üzerinden geçtik. En çok Türkiye’deki israfa üzülüyordu. Müthiş bir kaynak kaybı olduğunu, bu dayanılmaz israfın önüne geçilmesi gerektiğini sıklıkla vurguluyordu. İsrafla kaybolanın kazanılmasının bile bir büyük imkan yaratacağından söz etti. Bu arada Bülent Arınç’ın Diyanet İşleri Başkanı’nın gönderilen yeni otomobili kabullenmesi ile ilgili eleştirisi sohbete geldi. Arınç’ın bazen sözünü esirgememesinin iyi olduğunu söyledi.
Yine birkaç küçük türbülans yaşadık. Pilotların daha büyük türbülanslarda o bulutların etrafından dolaştığını biliyordu. Ama öylesi elektrik yüklü bulutlar olmadığı için de öyle bir zaman kaybına gerek olmadığını vurgularken, havacılıkla ilgili bir hayli yol kat ettiği belliydi.
Mütevazı bir takım elbise giymişti. Siyah ayakkabılarının kat yerlerinde deri iyice büzüşmüştü. Belli ki çok yol kat etmişti. Çok yürümüştü. Her fırsatta bir espri yapıyordu. Selahattin Demirtaş’ın saz çalmasından söz ederken ‘Zamanında bizim oğlanı da saz çalsın diye gönderdik. Bateri çalmaya başladı’ dedi.
Gergin bir ülkenin ana muhalefet lideriydi ama hiç germiyordu. Hem de küçük bir uçağın içinde tam aksine geniş rahatlıklar yaratıyordu. Sıradan birisisiydi. Yeteneklerini kelimelerinin içinde çok iyi anlıyordunuz ama bunu bir gösteri sanatına çevirmiyordu.
İzmir’e alçalmaya başladık. Çok iyi bir uçuş yaptı kaptanlar. Tekerleri yere koyduğumuzda, frenleme sırasında Kılıçdaroğlu hep çok sakindi.
Sürekli tebessüm edecek bir şeyler buluyordu.
En önemlisi kin, nefret, öç alma gibi duygularla hiç tanışmadığı belliydi.
İzmir’e indik, insanlar alkışlıyordu. Bıraksanız gelip yoruldukları için hepsinin tek tek ellerini sıkıp, ‘Zahmet oldu, özür dilerim sizi yordum’ diyecek kadar müthiş bir zarafet sergiliyordu.
Seçimin sonucunu elbette çok merak ediyordu. Ama yasalar gereği yazamayacağım anket sonuçları rahatlatmıştı. Sakinliğine bir de bu rahatlık eklenmişti….
Anlatılanları dikkatle dinliyordu. Yorum yapmadan önce mutlaka bir ‘s’ veriyordu. Düşünüyordu ve bir defada cevaplıyordu. Keskindi.
Çok eğlenceliydi. Gülüyordu rahatça. Anlatımlarının içinde mizah olması gereken kıvamdaydı. Sıkmıyordu.
Kılıçdaroğlu ile İzmir’e uçuyorum.
2009 yapımı TC-DAK Cessna Citation XLS+ uçağındaydı.
Türk Hava Kurumu’ndan kiralanmıştı. Yan yana oturduk.
Tam zamanında kalktık. Planlanan her şeye Kemal Kılıçdaroğlu birebir uyuyordu. Kalkışta kısa türbülanslar yaşadık. Kaptanlar doğru tırmanışı sürdürürken sordum: ‘Uçmaktan korkuyor musunuz?’
‘Hiç korkmadım. Bir defasında bir Almanya uçuşu sırasında çok ciddi bir türbülans yaşadık. Uçağın içi karmakarışık oldu. Ağlayanların sesleri yankılanıyordu. Çok ağır bir türbülanstı. Ben de sanırım buraya kadar dedim. İçimde öyle bir duygu hakim oldu ama sonra geçti. Hiç korkmuyorum. Biniyorum ve uçuyorum’
Düz uçuşa geçmiştik. Kemal bey kurallara uygun kemerleri bağlı oturuyordu. Kabin memuru bir küçük tabak bisküvi getirdi. Bir kaçı kakaoluydu. Bir fincan da çay. Masanın üzerinde sadece bunlar vardı. Bir iki tane yedi, çayını bitirdi.
‘Çiftçileri desteklerken, mazot fiyatlarını düşürüp sabitlemeyi hedeflerken arkasında daha nasıl bir projeksiyon var?’ diye sordum.
‘Türkiye’yi bir Hollanda modeli gibi düşünüyorum. Hem sanayi, hem tarım ülkesi. Elbette çiftçiyi desteklerken ardından tarımdaki sudan yerli tohuma kadar her şeyi düşünüyoruz. Bir ekip çalışması yaptık. Hedefler koyduk, hesabımızı kitabımızı yaptık. Böyle olunca da bizden beklentiler yükseldi. Biz bu yükselişle Türkiye’yi çok yükseklere taşımayı hedefliyoruz.’
Uçakta kurmaylarından Selin Sayek Böke ile Genel Sekreter Gürsel Tekin de vardı. Gürsel Tekin, zaman zaman iPad’e gelen akışları gösteriyordu. Hepsini konuşmalarına ara verip dikkatle inceliyordu. Bir ara Tekin bir belgeyi sordu. Bir bakışta sahte olduğunu söyledi. Sahteliği belgedeki ‘arz ederim’ kelimesinden, absürt üst vurgusundan yakalamıştı.
Emekliye vaatleri, işsizlik, birbiri ardına sıraladığı slogan başlıkların üzerinden geçtik. En çok Türkiye’deki israfa üzülüyordu. Müthiş bir kaynak kaybı olduğunu, bu dayanılmaz israfın önüne geçilmesi gerektiğini sıklıkla vurguluyordu. İsrafla kaybolanın kazanılmasının bile bir büyük imkan yaratacağından söz etti. Bu arada Bülent Arınç’ın Diyanet İşleri Başkanı’nın gönderilen yeni otomobili kabullenmesi ile ilgili eleştirisi sohbete geldi. Arınç’ın bazen sözünü esirgememesinin iyi olduğunu söyledi.
Yine birkaç küçük türbülans yaşadık. Pilotların daha büyük türbülanslarda o bulutların etrafından dolaştığını biliyordu. Ama öylesi elektrik yüklü bulutlar olmadığı için de öyle bir zaman kaybına gerek olmadığını vurgularken, havacılıkla ilgili bir hayli yol kat ettiği belliydi.
Mütevazı bir takım elbise giymişti. Siyah ayakkabılarının kat yerlerinde deri iyice büzüşmüştü. Belli ki çok yol kat etmişti. Çok yürümüştü. Her fırsatta bir espri yapıyordu. Selahattin Demirtaş’ın saz çalmasından söz ederken ‘Zamanında bizim oğlanı da saz çalsın diye gönderdik. Bateri çalmaya başladı’ dedi.
Gergin bir ülkenin ana muhalefet lideriydi ama hiç germiyordu. Hem de küçük bir uçağın içinde tam aksine geniş rahatlıklar yaratıyordu. Sıradan birisisiydi. Yeteneklerini kelimelerinin içinde çok iyi anlıyordunuz ama bunu bir gösteri sanatına çevirmiyordu.
İzmir’e alçalmaya başladık. Çok iyi bir uçuş yaptı kaptanlar. Tekerleri yere koyduğumuzda, frenleme sırasında Kılıçdaroğlu hep çok sakindi.
Sürekli tebessüm edecek bir şeyler buluyordu.
En önemlisi kin, nefret, öç alma gibi duygularla hiç tanışmadığı belliydi.
İzmir’e indik, insanlar alkışlıyordu. Bıraksanız gelip yoruldukları için hepsinin tek tek ellerini sıkıp, ‘Zahmet oldu, özür dilerim sizi yordum’ diyecek kadar müthiş bir zarafet sergiliyordu.
Seçimin sonucunu elbette çok merak ediyordu. Ama yasalar gereği yazamayacağım anket sonuçları rahatlatmıştı. Sakinliğine bir de bu rahatlık eklenmişti….