KADIN ve ŞİDDET
8.MART.2016 DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’NÜ KUTLAMIYORUM!
‘’ Ben O İstanbul’u Çok Sevdim’’ Özen Yula armağanıdır.
YAZAR ÖZEN YULA VE ….
Özen Yula toplumsal alt yapı ile oyunlarının öyküsünü birleştirmeyi sevmiş, yaşadığı toplumun seslerini iyi dinlemiş, renklerini ayrıştırmamış sadece bütünü içinde gerekli olanları öne çıkarmış ve değerlendirmiştir.
Toplumun temelinde yatan göremediğimiz , unuttuğumuz unsurların ortaya çıkmasına yardımcı olmak Özen Yula için her zaman vazgeçilmez olmuştur.
Oyunda şiddet,aşk,öfke ve ölümün getirdiği duyarsızlığın ve sıradanlaşmanın örtüsünün her tarafımızı kaplamasına yazar müsaade etmemiş bunu da Özen Yula’ca yazım halleri dediğim yüksek bir yazı estetiği ile çok yakınımız da da görebileceğimiz kahramanlarımız gibi gerçekleştirmeye çalışmıştır.
‘Ben o İstanbul’u çok sevdim’ adlı oyunu Bakırköy Belediyesi Kültür Merkez Salonunda gala gecesi seyretmiş, o tarihler de fazla yoğun olmama rağmen oyuna ulaşmayı başarmıştım.
Oyunu seyrederken yukarıda bahsettiğim gibi‘Özen’ce halleri göz ardı etmemeye de gayret ettiğimi söylemiştim. Tesadüfen aynı sırayı paylaştığımı , bilmeden sohbet ettiğim sonradan Zeyno Eracar’ın annesi ile babası olduğunu öğrendiğim sevgi dolu ,sıcak seyir yeri komşularıma da yazar’ın bu özelliğini anlatmıştım.
Oyun öncesi ışıklar alınmadan Zeyno Eracar ile başlayan ‘ön oyun’ ,düşündüğüm kadınsal motiflerin ağırlıklı olacağını hissettirmiş, şiddetin nasıl ve ne şekilde geleceğini ise merak ettirmiştir..
Oyun’un başlaması ve sonrası düşündüğüm gibi kadına şiddet üzerine kurgulanan hikayenin zor dönemeçlerini de beraberinde getirmiş,çözünürlüğünü veya kendimce berraklaşması için oyundan sonra bilmeden kendimi yazım anlamında beklemeye aldırmıştım.
Mart ay’ı içinde yeniden yüreklerimizi dağlayan hemcinslerimizin arka arkaya uğradıkları şiddet ve daha sonrası yaşanılan olayların yeniden gündeme gelmesi ve geleceği düşüncesi beni ürkütmüş,kadının kadına yaptığı şiddetin de hiç azımsanmaması gerektiğini de düşünmüş buna da farklı bir şekilde sadece üzülebilmiştim.
Tarihsel anlamda yaptığım gecikmenin ip uclarını galiba bulmuş,tüm kadınların büyük ya da küçük,kapanır ya da kapanmaz yaşadıkları şiddetin olgu ya da olay olarak varlığını kabul etmişliğimizin ardına bu yazıyı bilmeden geçiktirmiş ,saklamış ve bu güne kadar bekletmiş olmanın ilk kez yürek aydınlığını yaşamıştım.Yazımın bu ay, böyle bir günde kadınca ve kendimce kalemsel bir eylem tarafının olması ise beni mutlu etmiş ve sizlerle bu anlamda buluşma kararımı tetiklemiştir.
A-ŞİDDET NEREDE ? BULAŞMA DURUMU NEDİR?
Şiddetin sanıldığının aksine kırsal kesim dışında büyük şehirlerde lüks konutlara yerleşmiş,mevcut koşullarının değişmesini ya da çocuğunun eğitim ve benzeri meselelerine kaygılanan kadınlar ile sosyal statünün korunaklığına ilişkin durumların, kadını şiddetin kollarına tamamen teslim etmiş olduğu acı gerçeğinin karşımıza çıkması ise 21.yy da engellenemez duruma gelmiştir.
Çalışmayan kadının evinde ,ailesinde veya çevresinde gördüğü ,çalışan kadının buna ilave olarak iş yerinde gördüğü şiddet veya yine çalışan kadın grubunda yer alan meslek kadınlarının gördüğü çevresi ile paylaşamadığı şiddetin ise yorucu ve yok edici boyutu ise her an daha büyük bir şekil alarak sessiz iç çığlıkları yine sessizce büyümüş sosyal halkaları oluşturmaya devam etmiştir. Kadın boğulmuş, kadın biçimselliğinde yok edilmiştir.Kadının toplum içindeki rolü belirlenmiş,rol alacağınız her katman önceden belirlenmiştir.Dönemsel iyileştirmeler her zaman ardından büyük fırtınaların geleceği susma ve sindirme aralıkları olarak benimsenmiştir.
B- OYUN SONRASI GELEN SIKINTI ve ÇALIŞMA …
Oyun sonrası belki de bir başka anlamda sessizliği tercih etmiş olmam tüm bunları doğru yerleştirememenin sıkıntısı üzerine olmuş, belki de yazımın sonunda daha da belirgin hale gelecek kalemsel bir başkaldırı ile bu güne armağan etmek ama kutlamamak sevdası beni bekletmiştir.
Bu bekleyiş sevdası ile tarih kitapları arasında dolaşmam da geceler boyu olmuştur.
‘’Nuriye Ulviye’nin kendi imkanları ve çalışması ile bu anlamda katkı sağlayacak Kadınlar Dünyası Dergisi’nin yayına girmesi , üniversite’nin açılışına destek sağlanması ,Kadın Üniversitesi olarak 102 .ci yılını yaşadığımız’ İnas Darülfünun’ Zeynep Hanım Konağ’ında Fen ve Edebiyat Bölümleri ile eğitim ve öğretime 12 Eylül 1914 yılında açılması,üç yıl süreli olan Edebiyat, Matematik,Tabiiyat Bölümlerinden 1917 yılında 18 kadın mezun olmasına ilişkin araştırmalar mezuniyet sonrası 6kadın İstanbul,12 kadın İstanbul dışında öğretmen ve idareci olarak atanmanın sonrasında 1919 yılında Zükur Darülfün ile birleşmek yaşanmıştır.Karma öğretim sonrası 1921 de İnasDarülfünun da kapanmıştır.’’
Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Birinci Dünya Savaşı sonunda da kadın hakları mücadelesi yukarıda görüldüğü gibi ivme kazanmış ,Halide Edip gibi kadınlar seçme ve seçilme hakkı konusunda destek vermiş kadınlar 8.Şubat.1935 yılında ilk genel seçimlere katılmış ,17 kadın milletvekili’nin seçilmesi ile seçim sonuçlanmıştır……………….
21yy.da kadınların eğitimi ,geri dönüşü en yüksek yatırım olarak değerlendirilmiş olmasına rağmen eğitim eksiklikleri kadın üzerinde çığ gibi büyümüştür.
Meşrutiyetin dar sokaklarından çıkıp Cumhuriyet’in ana caddelerinde yaşamak Türk Kadının amacı olmuştur.
Çağdaş yaşama uymayan davranışlardan uzaklaşmak topyekün eğitim seferberliği ile mümkün olabileceği gerçeği kadınlar tarafından asla unutulmamıştır.
Ülkemizde 21.yy da ise Kadın Şiddeti’nin her adreste karşımıza çıkması bu günü kutlamak yerine toplumsal şiddetin artmasını önleyici ve düzenleyici acil ve kalıcı düzenlemelerin yeniden sistemleşmesi anlamında gelecek günlerin çalışması için başlangıç tarihi olarak değerlendirilmesi istenmiştir..
C-İSTANBUL’U SEVDİK
Oyun da İstanbul’un Kadiköy – Kızıltoprak semtinde kardeşi ile yaşayan Mine ile kardeşinin farklı dünyalarına katılan üst komşu kızı Fide ile annesi Nesrin tarafından oluşturulan yaşama dair bir değerlendirme şablonu içinde sıkıntı ve çaresizliğinin anlatımı şiddetin korkutucu sarmanlığında yapılmıştır.
Oyun öncesi Mine’nin sakin ama kararlı hazırlığı ise sahne bantında yer alan mutfak düzeni içinde ayrı bir duygusal dürtükleyici olmuştur.
Mine fiziksel görüntüsündeki baskınlığı ile de güçlü yapısını paylaşmış olmasına rağmen bu grubun en zayıf kimliği olarak da bir başka sıkıntı ve ezilmişliği ortaya çıkarmıştır.Olayların bel kemiğine oturmuş olan Mine’nin arabesk tarafı ile kendini bile aşan şiddetin uyumsuzluğunun uyumlu modeli üzerinden detaylandırılması seyirci ile paylaşılmıştır.
Umutsuzluk üzerinden sıradanlaşan eylemlerin getirdiği tercihler ise durumun daha da vahimleşmesinin göstergesi olmuştur.
Öldürmek üzerinden ise yaşama dönmek hem de neşe ile hiçbir şey olmamışçasına dönmek gibi bir sıradanlaştırmak zorlu mücadelenin belki de en zor halleri olarak seyirciye sunulmak istenmiştir.
Yaşamı,ölümü ve beraberinde buruk tebessümleri ile kısa içsel aydınlanmaları getiren Özen Yula halleri bir iç çekiş misali yüklemelerle sizi müzikle bile iç huzura asla ulaştırmayı tercih etmemiştir.
Özen Yula bu çalışmasında Zeyno Eracar seçimi ile oyunu taçlandırmıştır.Nefesinizi tutarak zaman,zaman Mine ile birliktelikten yorularak seyretmiş olmanın hazzını Eracar seyircisine yaşatmıştır.Oyun öncesi hazırlık sakinliği bile her adımda gölgelerin aydınlığa ,ışığa yönelişindeki tutsaklığı getirmiştir.
Nurhayat Atasoy(Nesrin) ise olması gerektiği yerde katılımının getirdiği performansı ile anlık parlaklığının bütün de bir gerçeğin sıradanlaşan gerçeğinin önemli yenik temsilcisi olmuştur.
Hüseyin Durak(Ayhan) ,M. Sercan Yener(Sabit) işleri zor olan iki erkek , şiddetin hemcinsleri tarafından yaşam da taşınırlığının altında sahne de zor olan yerlerinin anlam bakımından çözünürlüğünün altında ! ezilmişliğin ötesinde doğru yerde şimdilik fazla katkı almadan bekletilmeyi zorunluluk hali olarak kabul etmişlerdir.
Hüseyin Durak zoru başarmış ve seyirci beğenisini bulmuştur.
M.Sercan Yener sahnesi ise tıpkı ustaların altını çizerek anlatmaya çalıştığı gibi ‘Başarı süre ile sınırlandırılmamıştır’,’Rolün küçüğü büyüğü olmaz esas olan oyunculuktur’ açıklamasının tam karşılığını seyirci Yener için düşünmüştür.
İlkin Tüfekçi (Fide) gerçekten rolü kavramışlığı önemli , Ayçın Tar,Sadık Kızılağaç, Ceren Ercan,Yakup Çartık oyuna destek veren isimler olarak paylaşılmıştır.
Dekordaki çiçek ayrıntısı ,müzik ve kostüm oyunun başarısındaki kocaman başarı izleri olarak izlenmiştir..
Toplumun öncelikli soruniarı içinde en önde gitmeyi kendine hedef tutan ‘Kadın’a Şiddet’ günümüzde zirveyi kolay kolay bırakmamış ve Yula’nın da ilgi alanından asla çıkmamış olduğu bu oyunla da bir kez daha vurgulanmıştır..
TANIMA ÖNCELİĞİM VE TEŞEKKÜR
Özen Yula’yı Hacettepe lisans yıllarından tanımam ,sekiz sömestr öğrencim olarak bu dev adamla birlikte olmak,Konservatuarda Oyunculuk Bölümünde omuz omuza çalışmak ve Türk Tiyatrosuna kazandırdığı onca eserle yanı başımızda tüm tevazusu ve dostluğu ile hissedilmesi Yazar ve yönetmenliği ile akademisyenlik anlamında örnek kimliği ile kendisini ve çalışma arkadaşlarını başarıları için kutlarım……
Füsun Akmen Balkaya
Kasım-2015/Bakırköy –İST.
8.MART.2016 DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’NÜ KUTLAMIYORUM!
‘’ Ben O İstanbul’u Çok Sevdim’’ Özen Yula armağanıdır.
YAZAR ÖZEN YULA VE ….
Özen Yula toplumsal alt yapı ile oyunlarının öyküsünü birleştirmeyi sevmiş, yaşadığı toplumun seslerini iyi dinlemiş, renklerini ayrıştırmamış sadece bütünü içinde gerekli olanları öne çıkarmış ve değerlendirmiştir.
Toplumun temelinde yatan göremediğimiz , unuttuğumuz unsurların ortaya çıkmasına yardımcı olmak Özen Yula için her zaman vazgeçilmez olmuştur.
Oyunda şiddet,aşk,öfke ve ölümün getirdiği duyarsızlığın ve sıradanlaşmanın örtüsünün her tarafımızı kaplamasına yazar müsaade etmemiş bunu da Özen Yula’ca yazım halleri dediğim yüksek bir yazı estetiği ile çok yakınımız da da görebileceğimiz kahramanlarımız gibi gerçekleştirmeye çalışmıştır.
1-TARİHSEL ANLAMDA BİR GEÇİKME NEDENİ ŞİDDET Mİ?
‘Ben o İstanbul’u çok sevdim’ adlı oyunu Bakırköy Belediyesi Kültür Merkez Salonunda gala gecesi seyretmiş, o tarihler de fazla yoğun olmama rağmen oyuna ulaşmayı başarmıştım.
Oyunu seyrederken yukarıda bahsettiğim gibi‘Özen’ce halleri göz ardı etmemeye de gayret ettiğimi söylemiştim. Tesadüfen aynı sırayı paylaştığımı , bilmeden sohbet ettiğim sonradan Zeyno Eracar’ın annesi ile babası olduğunu öğrendiğim sevgi dolu ,sıcak seyir yeri komşularıma da yazar’ın bu özelliğini anlatmıştım.
Oyun öncesi ışıklar alınmadan Zeyno Eracar ile başlayan ‘ön oyun’ ,düşündüğüm kadınsal motiflerin ağırlıklı olacağını hissettirmiş, şiddetin nasıl ve ne şekilde geleceğini ise merak ettirmiştir..
Oyun’un başlaması ve sonrası düşündüğüm gibi kadına şiddet üzerine kurgulanan hikayenin zor dönemeçlerini de beraberinde getirmiş,çözünürlüğünü veya kendimce berraklaşması için oyundan sonra bilmeden kendimi yazım anlamında beklemeye aldırmıştım.
Mart ay’ı içinde yeniden yüreklerimizi dağlayan hemcinslerimizin arka arkaya uğradıkları şiddet ve daha sonrası yaşanılan olayların yeniden gündeme gelmesi ve geleceği düşüncesi beni ürkütmüş,kadının kadına yaptığı şiddetin de hiç azımsanmaması gerektiğini de düşünmüş buna da farklı bir şekilde sadece üzülebilmiştim.
Tarihsel anlamda yaptığım gecikmenin ip uclarını galiba bulmuş,tüm kadınların büyük ya da küçük,kapanır ya da kapanmaz yaşadıkları şiddetin olgu ya da olay olarak varlığını kabul etmişliğimizin ardına bu yazıyı bilmeden geçiktirmiş ,saklamış ve bu güne kadar bekletmiş olmanın ilk kez yürek aydınlığını yaşamıştım.Yazımın bu ay, böyle bir günde kadınca ve kendimce kalemsel bir eylem tarafının olması ise beni mutlu etmiş ve sizlerle bu anlamda buluşma kararımı tetiklemiştir.
A-ŞİDDET NEREDE ? BULAŞMA DURUMU NEDİR?
Şiddetin sanıldığının aksine kırsal kesim dışında büyük şehirlerde lüks konutlara yerleşmiş,mevcut koşullarının değişmesini ya da çocuğunun eğitim ve benzeri meselelerine kaygılanan kadınlar ile sosyal statünün korunaklığına ilişkin durumların, kadını şiddetin kollarına tamamen teslim etmiş olduğu acı gerçeğinin karşımıza çıkması ise 21.yy da engellenemez duruma gelmiştir.
Çalışmayan kadının evinde ,ailesinde veya çevresinde gördüğü ,çalışan kadının buna ilave olarak iş yerinde gördüğü şiddet veya yine çalışan kadın grubunda yer alan meslek kadınlarının gördüğü çevresi ile paylaşamadığı şiddetin ise yorucu ve yok edici boyutu ise her an daha büyük bir şekil alarak sessiz iç çığlıkları yine sessizce büyümüş sosyal halkaları oluşturmaya devam etmiştir. Kadın boğulmuş, kadın biçimselliğinde yok edilmiştir.Kadının toplum içindeki rolü belirlenmiş,rol alacağınız her katman önceden belirlenmiştir.Dönemsel iyileştirmeler her zaman ardından büyük fırtınaların geleceği susma ve sindirme aralıkları olarak benimsenmiştir.
B- OYUN SONRASI GELEN SIKINTI ve ÇALIŞMA …
Oyun sonrası belki de bir başka anlamda sessizliği tercih etmiş olmam tüm bunları doğru yerleştirememenin sıkıntısı üzerine olmuş, belki de yazımın sonunda daha da belirgin hale gelecek kalemsel bir başkaldırı ile bu güne armağan etmek ama kutlamamak sevdası beni bekletmiştir.
Bu bekleyiş sevdası ile tarih kitapları arasında dolaşmam da geceler boyu olmuştur.
‘’Nuriye Ulviye’nin kendi imkanları ve çalışması ile bu anlamda katkı sağlayacak Kadınlar Dünyası Dergisi’nin yayına girmesi , üniversite’nin açılışına destek sağlanması ,Kadın Üniversitesi olarak 102 .ci yılını yaşadığımız’ İnas Darülfünun’ Zeynep Hanım Konağ’ında Fen ve Edebiyat Bölümleri ile eğitim ve öğretime 12 Eylül 1914 yılında açılması,üç yıl süreli olan Edebiyat, Matematik,Tabiiyat Bölümlerinden 1917 yılında 18 kadın mezun olmasına ilişkin araştırmalar mezuniyet sonrası 6kadın İstanbul,12 kadın İstanbul dışında öğretmen ve idareci olarak atanmanın sonrasında 1919 yılında Zükur Darülfün ile birleşmek yaşanmıştır.Karma öğretim sonrası 1921 de İnasDarülfünun da kapanmıştır.’’
Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Birinci Dünya Savaşı sonunda da kadın hakları mücadelesi yukarıda görüldüğü gibi ivme kazanmış ,Halide Edip gibi kadınlar seçme ve seçilme hakkı konusunda destek vermiş kadınlar 8.Şubat.1935 yılında ilk genel seçimlere katılmış ,17 kadın milletvekili’nin seçilmesi ile seçim sonuçlanmıştır……………….
21yy.da kadınların eğitimi ,geri dönüşü en yüksek yatırım olarak değerlendirilmiş olmasına rağmen eğitim eksiklikleri kadın üzerinde çığ gibi büyümüştür.
Meşrutiyetin dar sokaklarından çıkıp Cumhuriyet’in ana caddelerinde yaşamak Türk Kadının amacı olmuştur.
Çağdaş yaşama uymayan davranışlardan uzaklaşmak topyekün eğitim seferberliği ile mümkün olabileceği gerçeği kadınlar tarafından asla unutulmamıştır.
Ülkemizde 21.yy da ise Kadın Şiddeti’nin her adreste karşımıza çıkması bu günü kutlamak yerine toplumsal şiddetin artmasını önleyici ve düzenleyici acil ve kalıcı düzenlemelerin yeniden sistemleşmesi anlamında gelecek günlerin çalışması için başlangıç tarihi olarak değerlendirilmesi istenmiştir..
C-İSTANBUL’U SEVDİK
Oyun da İstanbul’un Kadiköy – Kızıltoprak semtinde kardeşi ile yaşayan Mine ile kardeşinin farklı dünyalarına katılan üst komşu kızı Fide ile annesi Nesrin tarafından oluşturulan yaşama dair bir değerlendirme şablonu içinde sıkıntı ve çaresizliğinin anlatımı şiddetin korkutucu sarmanlığında yapılmıştır.
Oyun öncesi Mine’nin sakin ama kararlı hazırlığı ise sahne bantında yer alan mutfak düzeni içinde ayrı bir duygusal dürtükleyici olmuştur.
Mine fiziksel görüntüsündeki baskınlığı ile de güçlü yapısını paylaşmış olmasına rağmen bu grubun en zayıf kimliği olarak da bir başka sıkıntı ve ezilmişliği ortaya çıkarmıştır.Olayların bel kemiğine oturmuş olan Mine’nin arabesk tarafı ile kendini bile aşan şiddetin uyumsuzluğunun uyumlu modeli üzerinden detaylandırılması seyirci ile paylaşılmıştır.
Umutsuzluk üzerinden sıradanlaşan eylemlerin getirdiği tercihler ise durumun daha da vahimleşmesinin göstergesi olmuştur.
Öldürmek üzerinden ise yaşama dönmek hem de neşe ile hiçbir şey olmamışçasına dönmek gibi bir sıradanlaştırmak zorlu mücadelenin belki de en zor halleri olarak seyirciye sunulmak istenmiştir.
Yaşamı,ölümü ve beraberinde buruk tebessümleri ile kısa içsel aydınlanmaları getiren Özen Yula halleri bir iç çekiş misali yüklemelerle sizi müzikle bile iç huzura asla ulaştırmayı tercih etmemiştir.
Özen Yula bu çalışmasında Zeyno Eracar seçimi ile oyunu taçlandırmıştır.Nefesinizi tutarak zaman,zaman Mine ile birliktelikten yorularak seyretmiş olmanın hazzını Eracar seyircisine yaşatmıştır.Oyun öncesi hazırlık sakinliği bile her adımda gölgelerin aydınlığa ,ışığa yönelişindeki tutsaklığı getirmiştir.
Nurhayat Atasoy(Nesrin) ise olması gerektiği yerde katılımının getirdiği performansı ile anlık parlaklığının bütün de bir gerçeğin sıradanlaşan gerçeğinin önemli yenik temsilcisi olmuştur.
Hüseyin Durak(Ayhan) ,M. Sercan Yener(Sabit) işleri zor olan iki erkek , şiddetin hemcinsleri tarafından yaşam da taşınırlığının altında sahne de zor olan yerlerinin anlam bakımından çözünürlüğünün altında ! ezilmişliğin ötesinde doğru yerde şimdilik fazla katkı almadan bekletilmeyi zorunluluk hali olarak kabul etmişlerdir.
Hüseyin Durak zoru başarmış ve seyirci beğenisini bulmuştur.
M.Sercan Yener sahnesi ise tıpkı ustaların altını çizerek anlatmaya çalıştığı gibi ‘Başarı süre ile sınırlandırılmamıştır’,’Rolün küçüğü büyüğü olmaz esas olan oyunculuktur’ açıklamasının tam karşılığını seyirci Yener için düşünmüştür.
İlkin Tüfekçi (Fide) gerçekten rolü kavramışlığı önemli , Ayçın Tar,Sadık Kızılağaç, Ceren Ercan,Yakup Çartık oyuna destek veren isimler olarak paylaşılmıştır.
Dekordaki çiçek ayrıntısı ,müzik ve kostüm oyunun başarısındaki kocaman başarı izleri olarak izlenmiştir..
Toplumun öncelikli soruniarı içinde en önde gitmeyi kendine hedef tutan ‘Kadın’a Şiddet’ günümüzde zirveyi kolay kolay bırakmamış ve Yula’nın da ilgi alanından asla çıkmamış olduğu bu oyunla da bir kez daha vurgulanmıştır..
TANIMA ÖNCELİĞİM VE TEŞEKKÜR
Özen Yula’yı Hacettepe lisans yıllarından tanımam ,sekiz sömestr öğrencim olarak bu dev adamla birlikte olmak,Konservatuarda Oyunculuk Bölümünde omuz omuza çalışmak ve Türk Tiyatrosuna kazandırdığı onca eserle yanı başımızda tüm tevazusu ve dostluğu ile hissedilmesi Yazar ve yönetmenliği ile akademisyenlik anlamında örnek kimliği ile kendisini ve çalışma arkadaşlarını başarıları için kutlarım……
Füsun Akmen Balkaya
Kasım-2015/Bakırköy –İST.